5 Ekim 2011

Shuffle III


III.

Havaalanının tren istasyonu kısmına girdi. Şarkı arasındaki sessizlikte bir an durdu ve etrafına bakındı. İçerisi çok sıcaktı. İçeride de tren bekleyen gençler kocaman çantalarını duvara dayayıp yanlarına yerlere oturmuşlardı. Havaalanı terminallerine geçişin bulunduğu üst kata çıkmak için yürüyen merdivene yöneldi. Merdivene çıktı, bavulu sabitledi. Çalmaya başlayan şarkının ne olduğuna baktı ve bir anda sessizce gözyaşlarına boğuldu.

Hayat hep ileri doğru akıyordu, en temel aksiyomdu bu yaşamla ilgili. Düzenden kaosa doğru gidiyorduk her zaman aslında. İnsan ve evren birbirine tamamen zıt iki varlıktı nerdeyse. İnsan düzen için, başa çıkabileceği, anlayabileceği, değiştirebileceği, kendini tatmin edecek bir dünya kurabilmek için çalışıyordu. Toplumsal normlar ya da insanın içindeki idealler, ne derseniz diyin toplum daha iyiye doğru gidiyordu bazen yavaş bazen hızlı. Ama direniyordu evren bu değişikliğe. Kaos da tam buydu; her sistemin kendine yapılan dışarıdan müdahaleyi reddetmesi. Evrenin düzenle bir derdi yoktu, ama düzen yapaydı. Günler sonra Lyon havaalanında ağlamaya başladığı o anı düşündüğünde tüm bunları Jurassic Park'a bile bağlayacaktı. Ama o anda düşündüğü hayatın genel düzeninden çok ileri giderken kaybedilenler ve korunanlardı.

B. hayatının bir safhasıydı. Masal gibi değil, yumruk gibiydi onunla her şey. Tüm mücadele, tüm yenilgiler, tüm başlangıçlar ve tüm bitişler. Onu özel yapan şey de bu gerçeklik olmuştu. O varken hayatında tüm o mücadele anlamlıydı, bir düzen içindi çünkü. İstediği şey bu muydu onu çok sorgulamıştı zamanında, şimdi de net bir fikri yoktu o konuda. Ama bu kelimeler o ayları anlatan doğru kelimelerdi.

Ama kaosa doğru gitmişti her şey. Tamir edilen her yaranın daha büyükleri açılmıştı aralarında. Bir gün ona " 'Aşk Tesadüfleri Sever' seyret mutlaka. Ama birlikte seyretmeyelim, çok ağlarız" demişti. Bu son sözleri olmasa da onunla ilgili belleğinde kalan son anı olmuştu. Adeta düzenin bozulduğunu kabul ettikleri, kaosun başladığı o anı simgelemişti film ve laf.

Tıpkı bir ölüden kalan bir hatırayı yanında taşımak gibi bu sözleri de beyninde taşımıştı haftalarca. Bir türlü kendinde o gücü bulup da filme gidememişti. Korktuğu kaos değildi artık. Ama gücünü kaybetmekten korkuyordu. İlk defa ışıkları kapatıp da karanlıkta ağladığı zaman değildi bu kaosun başlangıcı. Hatta hiç ağlamamıştı, kendini de şaşırtan bir şekilde.

Yürüyen merdivenin tepesine geldi. Hiç ağlamamış olmak da ondan aldığı bir özellikti. Ne olursa olsun savaşçıydı B. İnsanın savaşının her zaman da kendisiyle olduğunu biliyordu tuhaf bir şekilde. Ağlamazdı o yüzden o da, başka başa çıkma yolları vardı. Belki B.'ye nispet o da ağlamamıştı. İçini burktu bu. Terminale uzanan koridora doğru yürüdü.

Filme haftalarca gidememişti çünkü ağlamak istemiyordu. Filmin bir anlamda "güvenli bir alan" olmasından korkuyordu. Artık her şey değişmişti ve kaosu tekrar herhangi bir düzene dönüştürmek bir filmin yapabileceğinden daha zordu. Bir film seyredince insanların hayatlarının değişmesi filmlerde, bir kitap okuyunca insanların hayatlarının değişmesi de kitaplarda oluyordu sadece. Ama film B. ile olan dünyalarında bir güvenli alansa eğer, bir anda onsuz kurmaya çalıştığı yeni dünyayı yok edecekti. Kaosun içinde korunaksız kalacaktı. Filmden çıkınca salya sümük onu aramak istemiyordu, bunu bir gün yapacaksa bir sebebi olmamalıydı en azından.

Bir yandan da filmi mutlaka seyretmesi gerektiğini biliyordu. Dünyalar değiştirecek kadar gücü olmasa da yıkılan bir dünyanın son çığlığıydı film. B.'nin gittiğini bildiği o andan haftalar sonra gidebilmişti filme, hiç de beklemediği bir tecrübeyi yaşamak için.

Her şeyi bekliyordu ama, böyle kavramsal bir düzlemde B. ile bütünleştirdiği bir filmi seyrederken başka bir kadını düşünmeyi beklemiyordu. Ama tam da böyle olmuştu. Aşk tesadüfleri severdi ama gözünün gördüğü tesadüfler farklıydı tek başına sinema salonuna girdiği o gece. Belki kendine itiraf etmese de o güçle girmişti filme. Aşk kısmı ne anlatıyor çok ilgilenmemişti, ama tesadüfler kısmında hep T. ile yaşadıkları tesadüfleri düşünmüştü. Birini tanımanın heyecanını hissetmişti tekrar tekrar her tanışıp unuttukları anda.

Asla bir yere koyamadı T. hakkında o gece hissettiklerini daha sonra  hakkında. Ama öbür yanda B.'den sadece acıklı bir sahne bulmuştu koca filmde: Kadının evlenme teklifine verdiği cevabı, ya da B. nin veremediği cevabı. Ve Şebnem Ferah'ın ajitasyona kaçan üzgünlükteki sesini.

Terminale giden koridorda lifte binmedi. Kimsenin yanından geçmek istemiyordu. Ağladığını görür müydü insanlar, görseler de umursarlar mıydı bilemiyordu. Ama alışık olduğu dikkat çekmeme davranışını sürdürdü.

O gece filmden çıktıktan sonra kızgındı sadece B. ye. Kendisinin sert ve dik durmasını isterken, ne istediğini  açıkça söyleyemediği için kızgındı. Sonrasında bu duygu çok daha bulanıklaşacaktı. Bu konuda onu yargılamaktan sürekli kaçacaktı.

Bu duygunun bulanıklaşmasıyla da filmden, B.'den kalan son anıdan geriye sadece bu şarkı kalacaktı. Hoşçakal demek ona kalan tek şeydi. Bu film bir cenazeydi çünkü. Artık her şeyin bitmesine rağmen gerçekleştirilen son ritueldi bu filmi seyretmek. Ve B.'yi tanıdığı günden o güne kadar sadece kendini düşünerek yaptığı az şeyden biriydi bu hoşçakal.

Gözyaşları arttı, adımları yavaşladı. Bir ara kenardaki bankların birine oturmayı düşündü bir süre. Devam etmeliydi ama. Durmanın kimseye faydası yoktu, en azından hayatında kendini hep buna inandırmıştı.

Birini sevdiğin zaman geride kalanlar o kaos içinde tutunacak tek dalın oluyordu. Ama her geride kalanın da bir çerçevesi ve anlamı vardı, hiç bir şeyi onun dışına çıkaramıyordu insan. Sonunda da kalanlar başkalaşıyor ve kaos herşeyi kaplıyordu. Öncesini, o anı ve sonrasını karşılaştırmak çok da mümkün değildi. İnsan kaybedilen herşeye farklı yas tutuyor, altı safhayı her zaman farklı yaşıyordu. Yine de sonunda haykırarak aynı sözleri söylüyordu hep.

Söylenecek söz yok, gidiyorum....

Hiç yorum yok: