18 Ekim 2011

Shuffle IV


IV.

Terminalin girişine yaklaşmıştı. "Yok artık" dedi bir sonraki şarkı da "Nereye Böyle" deyince. Ama Nazan Öncel'in sesinin verdiği anlam çok farklıydı bu şarkıya. Şebnem Ferah'ın şarkılarının ajitasyona kaçtığını düşünmüştü iki dakika önce, Nazan Öncel tam tersi bir ekolden geliyordu ama, "Depresyondayım" diyerek insana iyi hissettiren Göksel gibi... İnsan bu acıklı şarkıda bile ağlayıp kapanmak yerine daha kabullenir bir ruh haline bürünüyordu.

Bir an daha çok mu ağlasa bilemedi, ama hafifledi gözyaşları, sildi elleriyle gözlerini terminal binasının kapısından girerken. Dikkatli bakan biri üzgün yüzünü ve yaşları farkedecekti. Ama neyse ki güvenlik üzgün insanların değil tehlikeli insanların peşindeydi, belki de üzgün insanları daha çok üzmemek için. Yolcular ve terminaldeki diğer insanlar ise bilinçsiz bir kolektif oluşturmuş gibiydiler. Dikkatlerini ancak uçakların rötar yapması çekebilirdi.

"Bu halim tam da o gittiğindeki halim" diye düşündü bir an. Bu düşünceyle birlikte kendini daha güçlü hissetti. O gittiğinde de güçlü durabilmişti. Seyrekleşmiş, kuruyacak yaşlar dolmuştu gözlerine ama iyi olacağını biliyor gibi bir huzur vardı içinde bir yandan da. Güçlü hissetmişti, bu güç mü bilemese de.

Bu güçlülük hissini yıllardır hissediyordu. Bir yerden sonra kokmaya başlamıştı bu kadar güçlü olmaktan hatta. Güçsüz olduğu zamanların bir ürünüydü bu. Doğal seleksiyon, hayatta kalma dürtüsü, savunma mekanizması ya da ne derseniz diyin. Hayatında bir noktada durum ne olursa olsun hayatta kalmayı öğrenmişti.

B. ile ilk ayrılıklarında "Peki ne yapacaksın bensiz" diye sorduğunda da bu cevabı vermişti. "Her zaman ne yapacaksam onu. Hayatta kalacağım" Öyle de yapmıştı. Sonra ne olmuştu peki? Bir yerde bir yanlış mı yapmıştı acaba. Yoksa hiç bir yanlış yok muydu, tüm bunlar karmaşık ve yoğun bir dengenin parçaları mıydı.

Biliyordu ki mutlu değildi o hayatında olmadığı için. Hayatta kalabilirdi onsuz. Devam edip, bağları inceltip hayatının kuytu bir tarafında bırakabilirdi onu. Ama öyle yapmamıştı. Geri dönmüştü. "Geri dönüşlerden iyi bir şey çıkmayacağını bilip de inkar edeceği" gerçeğini bile bile hem de.

Üzüldü bir an. Kurumuştu gözyaşları iyice. Bu zaten göz yaşlarına boğacak bir üzüntü değildi. Bu hayatın işleyişiyle ilgili bir üzüntüydü. Bu tip üzüntülerin en kötü yanı kabullenilmesi gereken üzüntüler olmalarıydı. Ta gözünü açtığından beri orada olan ve bildiği bir gerçek hayatında deprem yaratsa bile, bu üzüntünün isyan edilecek bir boyutu olamazdı.

B.'ye geri dönmesinin sebebi onu önemsemesiydi. Bu düşünce ilk defa Lyon havalanının terminal binasında ilerlerken o an geldi aklına. Tuhaftı bunu onca zaman düşünmemesi. Yani düşünmüştü tabi onu önemsediğini. Ona geri döndüğü de bilimsel bir veriydi. Ama bu ilişkiyi kafasında kuramamıştı. Ayrıldıktan sonra onunla ilk konuştuğu gün geldi aklına. Daha doğrusu konuşmaya çalışıp da yazdıkları gitmeyince canının sıkıldığıyla kaldığı gün. Onun hayatında yapmaması gereken şeyler yaptığını, olmaması gereken bir insanla olduğunu ve üstte ne kadar iyi olursa olsun iyi olmadığını anladığı günden kaç hafta sonra onunla konuşmaya teşebbüs etmişti hatırlayamadı.

Uzaklaştı beyni o zamandan. O zaman bir seçim yapmıştı ve bu his onu B. tamamen gittiği zaman da yalnız bırakmayacak bir şeyin önünü açmıştı: Gerçekten birbirlerinin olmuşlardı.

Güçlü olmanın ilk adımını hatırladı. Bir kişisel gelişim sloganı ya da insanın düşüncelerini odaklamasını sağlayan bir oyun değildi bu. "Güçlü olmanın ilk adımı hislerine güvenmektir" dedi içinden. İnsan hislerine güvendiği, kendi ve etrafındakilere objektif bakabildiği ve kendini ezdirmediği sürece muhteşem şeyler yapabilecek, her şeyin üstesinden gelebilecek bir yaratıktı.

Türk Hava Yolları bilet satış bankosunu gördü sağ tarafta. Terminalin yaklaşık ortasına gelmişti. Bankonun tam karşısındaki check'in bankosunun önünde bekleyen bir kalabalık vardı. Türke benzeyenler de vardı aralarında, Doğu Asya kökenli olduğunu tahmin ettiği kişiler de. Bankoda kimse yoktu, tabela da boştu, yürümeye devam etti yavaş adımlarla.

B.'nin gidişi B.'nin değil onun başlattığı bir reaksiyon olmuştu. Çünkü iki şeyin farkına varmıştı.

Biri hayatında artık B.'ye de R.'ye de yer kalmadığıydı. Böyle ifade edince kendini çok aşağı bir yaşam formu gibi hissediyordu. Başka insanların hayatlarında bu kadar kadın problemi olduğu için kendileriyle gurur duyacakları bu durumda utanıp sıkılıyordu. Çünkü bu Güzin Abla köşesine layık bir kadın problemi değildi aslında. Hayatında herkesten önemli bir insandı R., böyle tanımlamıştı onu hep. B. gerçekten sevdiği, gelecek planı yaptığı bir insandı. İkisinin tek ortak yanı ama kendi olmasına asla izin vermemeleriydi.

Çok ağladığı ve sarhoş olduğu bir koş akşamı gece yarısına doğru soğuktan titreyerek arabasına bindiğinde bunu kabullenmişti. Tam anını bile hatırlıyordu. Ne olmuşsa olmuştu, ama bir yerde insanın en çok sevdikleriyle bile vedalaşması gerekmekteydi. İyi olmasının tek yolu buydu.

B. ile ilgili ikinci farkettiği şey ise artık onun "kısa listesinde" olduğuydu. Kendi için doğrusunun ne olduğunu farkettikten sonra da onu görmeye devam etmişti. Ama bir gün artık o büyülü şeyin içinde olmadıklarını, sadece onun etrafındaki erkeklerden biri olduğunu anlamıştı. O gün hayatını değiştirmişti ve bir daha geri dönmemişti.

Ne kadar sevdiğinden, ne kadar özlediğinden bağımsız olarak verdiği karar ile ilgili çok iyi hissettiği anlardan biriydi o. Daha çok bitmemiş şey vardı belki gerçekten. Bilemezdi değişik senaryoların nasıl sonuçlanacağını da. Ama üzülse bile onun gidişine ayakta durarak üzülmüştü sadece. Dürtülerine, kendi zayıflığına kurban olmamıştı. Bir hata yapmış olsa bile bitirerek her şeyi, kaçıncı olduğunu hatırlamadığı kere tekrar bir şeyler başlatmaya çalışarak ne kendini ne de onu küçültmüştü.

Ardından yine de "Nereye..." diyesi geliyordu. Hiç bir şey buna engel olamazdı.

Hiç yorum yok: