2 Ocak 2012

Shuffle VII


VII.

Sıra çok yavaş ilerliyordu. Bekleyen çok kişi yok gibi görünüyordu ama herkesin yüzlerce bavulu onlarca çocuğu var gibiydi. Hemen belli oluyordu ki orta doğu ve uzak doğu'ya gitmek için İstanbul aktarması yapacak olan yolcular ağırlıklıydı.

Annesi ve babasıyla sırada duran Fransız kızın ayak bileğindeki dövmeyi incelemeye başladı. Sinüs dalgasının neresindeyim acaba diye düşünüyordu bir yandan da. Alışmak ile başlayan, odağını değiştirmeyle devam eden, tepeye çıkan ve tepeden hayal kırıklığıyla birlikte en alta inen bir dalga üzerinde gidip geldiği zamanlardan biriydi bu da.

"Acaba herkes mi böyle yaşıyor" diye düşünürdü bazen. İnsanlar dalganın üstünde kalmaya ya da dalganın altında kalmaya daha çok meyilliydiler. İnsanlar genelde hayatlarında sahip oldukları şeyler için mücadele etmeyi beceriyorlardı. Doğru zaman diye bir şey vardı, insanın dalganın üst tarafına çıkması için gerekli şartların oluştuğu o an.

Onun içinse o doğru zaman olmamıştı hiç. Hayatta hiç bir şeye erişilmesi gereken hedef diye bakmamıştı. Bu yüzden sürüklenip durmuştu belki. Belki daha çok şey görme şansı olmuştu. Koşanlar hep daha fazla eğlenir gibi görünürdü insanlara. Duranların da her zaman tutunacak bir yerleri vardı ama. Bu genelde göz ardı edilirdi.

Etrafındakiler bile açıkça görüyordu bunu. Arkadaşlarının çoğu için hayat kurgusu biriyle tanış, aşık ol, evlen; bir iş bul, kendini ilerlet, terfi et ya da bir işe gir, işi öğren, o işi kendin yapmaya çalış şeklindeydi. Bir süreklilik içinde bir şeyleri büyütüp geliştirebiliyordu insanlar. Onun içinse bu doğru olamıyordu.

B. bir kere yeğeninin ablasına "teyzem niye böyle sürekli sevgili değiştiriyor" diye sorduğunu anlatmıştı. "Doğru insanı bulmaya çalışıyor" demişti ablası da. Bir çocuğa verilen basitleştirilmiş bir cevaptı bu ama B. için kısmen doğruydu. Onun içinse bu cevap pek de geçerli değildi. Onunki doğru insan diye bir şey olduğuna inanmamaktı.

Ne zaman böyle hissetmeye başladığını da biliyordu az çok. Annesi ve babası bunun temellerini atmışlardı zaten. Doğru insanı bulmanın olumlu bir örneğini hiç görmemişti etrafta. Hayatında ilk defa birini doğru insan yerine yerleştirdikten sonra da kalbi kırılınca inancı da yok olmuştu. Tüm bağlanmakta zorluk yaşayan insanların ortak hikayesi değil miydi bu zaten.

En iyi bildiği şey alışmak olmuştu böyle hissetmeye başladıktan sonra. Tekrar aynı sahne geldi aklına, B.'ye "Alışırım, uyum sağlarım" demesi. Hamlet'in ölüm konusundaki tek belirsizliğin sonrasında ne olacağını bilemememiz olduğu tespiti burada da işe yarıyordu. Daha iyisini bilemediğin anda bildiklerin arasında takılıp kalıyordun zaten ve bildiğin hiç bir şey kendinden vermeye değer olmuyordu.

Bu karşısına çıkan insanların suçu değildi, kimseye yüklemeye çalışmamıştı bunun sorumluluğunu hayatı boyunca. Her zaman ne hissettiğini görüp ona göre adım atmıştı, her ayrılıkta ve her birliktelikte. Yine de istediği gibi bir resim çıkmamıştı sonunda ortaya. Dalgalanıp durmuştu.

B. farklı bir şey getirmişti bu döngüye. Kalbinin ilk kırılmasından sonra hiç bir zaman hayatının taşları yerinden oynamamıştı dalganın aşağı inişinde. Her zaman üzüntüsünü ve burukluğunu bir süre yaşayıp hayatına devam etmişti gerçekten. Çoğunlukla belki sadece dalganın aşağıya inişini kontrol etmek için, belki de bir sonraki çıkıştan alacağı hazzı düşünerek kırıp dökmekten çekinmemişti.

Hiç bir zaman ama bir şeyleri aşırı korumaya çalışmamıştı. Çünkü doğru insan denen o kalıcı varlığın zaten hayatında sürekli korumaya muhtaç olmadan kalabileceğini düşünüyordu. İşlerin iyi gitmemesi zamanla değişecek bir şey değildi. Çünkü insanlar farklılıklarından dolayı anlaşamıyorlardı. Ve insanlar değişmiyordu. İnsanların, daha doğrusu karşıdaki insanın değişeceği varsayımıyla başlayan ilişkiler sonunda hüsranla bitiyordu.

Normalde alışıyordu insan buna. Bir çokları için biri hayatındaki sabit bir nokta oluyor ve sonrasında da hızla değişiyordu. Bu dalgalanmaya alıştığın zaman da bu dalgalanma hayatındaki sabit oluyordu. Hangisi daha normal, hangisi daha problemli tartışılırdı.

B. gittikten sonra da bu alışma süreci yaşanmıştı. Onu tutmaya çalıştığı zaman çok daha üzülmüştü. Ama düşüşünü yavaşlattıktan sonra her şey dalga inişi şekline oturmuştu yine.

Artık önünde sadece iki kişi ve bir aile kalmıştı. Birazdan bavulunu verecek ve Türkiye'ye dönüş uçağına binecekti.

B. başka bir yerde başka bir hayat yaşıyordu. O da başka türlüsünü de hayal etmiyordu, edemiyordu. Ama uzaklardaki bu ülkede mp3 çalarında arka arkaya gelen dört beş şarkı bile aklının ona kaymasına ve daha önce de defalarca aklından geçen düşüncelerin yine aklından geçmesine yetiyordu.

Bir şeyler farklıydı. Ama neyin farklı olduğunu, bu farklılığın iyi mi kötü mü olduğunu zaman gösterecekti.

Pasaportunu çantasından çıkartıp hazırladı. Mp3 çaları durdurup cebine koydu. Sıra ondaydı artık.