19 Şubat 2013

Shuffle

Shuffle 

I - II - III - IV - V - VI - VII - VIII - IX - X


Shuffle X




X.

Gate'in önüne iki görevli geldi. Aralarında konuşmaya başladılar. Belliydi ki bir süre sonra uçağa almaya başlayacaklardı.

Ve David Gilmour Wish You Were Here'in akustik gitarını çalmaya başladı.

Herhalde yazılmış en güzel şarkıydı bu. Özlemek böyle bir şeydi. Ama özlemek asla basit bir şey değildi. Bir insanda ya da bir şeyde ne kadar kendinden bir parça varsa onu o kadar çok özlerdin. Syd'i kim bilir ne kadar özlemişlerdi başka kavgalara dalmadan önce.

O da özlüyordu B.'yi. Tüm bu hissettikleri tam da onu özlemeyle alakalıydı. Onu özlemek yönlendirmiyordu hayatını. Zaten eğer yönlendirseydi bu hep hissedeceği bir his olurdu, böyle bir anda kendi şarkıları arasından çıkan bir iki şarkının karnına yumruk gibi inmesi olmazdı.

Biraz sonra gate açıldı ve uçağa alınmaya başladılar. İlk girip uçağa yerleşenlerden biriydi. Uçağa binmek bu hislerin dağılmasına yol açmadı ama. Bu hisler daha aylarca kalacaklardı.

Daha gençken böyle hissettiği zamanlarda hep geleceği düşünürdü ve bu hislerle birlikte gidecek bir hikaye yazardı. Bu kadar şey hissedilirken bir şey yaşanmadan devam edilemezdi ona göre yaşamaya. Mutlaka bir hikaye de eşlik etmelitdi bu hislere. Ve o hikaye başladığı zaman artık her şey onun ellerinde olacaktı. Hikayenin sonunu o yazacaktı. Her şey güzel olacaktı.

Ama hikayeler hislerle sınırlanmıyordu. Kendi geleceklerini yaşıyorlardı. Haftalarca aylarca bu hisler içinde kalmaya devam etti aynı şiddetiyle. Ama yeni bir hikaye yazılmadı hiç. O sayfa boş kaldı hep.

Yaz bitti sonbahar geldi. Yazılamayan yeni hikayeler onu ister istemez eski hikayelere dönmeye itti. Çok sefer balkondan dışarı bakıp "Geçen sene bu zaman..." diye düşündüğü oldu, mutlu anları ve acıları ayrılmaz bir şekilde birlikte hissederek. Çok orada olmasını istedi.

Ama hep sustu. Bir kere sadece bir şarkıyı yaşamaya cesaret edebildi. Onunla ilgili bir çok şeyi tanımladığı bir şarkıyı. Kendinden olmayan bir şeydi ona söyleyebileceği tek şey. İçindeki her hangi bir şeyin kaçıp ona ulaşmasına izin veremezdi.

Doğumgünü yaklaştı. Onlayken de onla değilken de aynı senaryo işlemişti. Doğumgününe yaklaştıkça herşey derinleşeceğine soluklaştı. O gün hiç bir şey hissetmediğini farkedince çok şaşıracaktı ve o ağustos günü uçağa bindiği zamanki hislerini düşünecekti.

Uçağın koltuğunda otururken içinden bir şeyler boşalmış gibiydi. Çok zamandır içinde tutuyordu tüm bu zihnini işgal eden imgeleri. Bugün hepsi çıkmıştı açığa. O an kalbi geçmişten dolayı kanayan bir adamdı. Gelecek aklının ucundan bile geçmiyordu. Geleceğin başladığı an da tam o uçağa binmek için yaptığı yolculuktu.

O gün evine geri gelen adam tüm her şeyi daha içine sindirmiş bir adamdı. En sonunda B.'ye söylediği şeyi yapabilmişti. Barışmıştı her şeyle, barışması için de kanaması gerekmişti. Sonrasında imge halini almaya başladı yavaş yavaş hikaye. 

Zihninin bir tarafı hep o günlere aitti. Unutmaya inanmamıştı hiç zaten. Bir hayaleti besliyordu gerçekten. O günlerdeki adamın hayaletini. Çünkü dokunduğunuz tenin kalmadığı bir dünyada gerçeklik o dokunuşun algınızda bıraktığı iz oluyordu. Şikayet etmedi bundan hiç. Her zaman ince şeyleri ve bu inceliklerin anlamlarını biriktirip silmemeye inat etmişti. Yine böyle oldu. Bir süre sonra harfler ve şekiller belirsizleşti. Hatta bazen hatırlamakta güçlük çektiği bile oldu.

Kalan izler de zamanla silinecekti belki. Ama sonsuza kadar yaşamayacaktı ki zaten, aksini düşünmüyordu bile. O sıcak gün onun hayatından tüm eksilenlerle ve onların yerlerini alanlarla bir hesaplaşması olmuştu. Dünyanın öbür ucundaki o havalanında kaldı tüm gözyaşları ve gülümsemeler. O günden sonra ne zaman gümrükten geçse o güne gitti aklı. 

Hikayenin bir sonu olmadı. Hayat oyunlar oynamaya devam etti. Zihnini yeni şeylere mahkum etti. Kalbi isyan etti dönem dönem buna. Doldu. Patladı. Boşaldı. Zaten başka türlü olmasını da beklemiyordu. Şimdiye kadar ne olmuştu da o günden sona olacaktı.


- S O N -