14 Aralık 2013

Patlamış Mısır

Sene 1987. Annemi zorla sürükleyerek ilk defa sinemaya gidiyorum. Ankara'da Talip Sineması. Bir pasajın alt katı salon haline getirilmiş. Mütevazi bir paraya film seyrediyorsunuz. Film arasında büfeden patlamış mısır alıyorsunuz, fiyatlar da patlamış mısır gibi tuzlu biraz. 


Bu 90'larda o kadar çok yaşadığım bir ritüel oldu ki. Her sinemaya gidişimde o filmi seyrederken patlamış mısır yeme kefini yaşamak isterdim. Ama o küçük halimizle paranın değerinin gözümüzde büyüdükçe büyüdüğü zamanlardı. Hep kendimi tutardım.

"Niye böyle yapıylorlar ki, niye ucuza satmıyorlar?" diye düşünürdüm. Para kazanacaklardı işte. Mısırın markette satıldığının 5 katına satılması da ondandı, yer göstericinin yerinizi gösterdikten sonra avucunu açıp beklemesi de. Garipsiyordum hep. Dünyanın parayla döndüğünü ilk gördüğüm yerlerdi sinema salonları.

Gel zaman git zaman ekonomi kötüleşmeye başladı. Sinema sahipleri artık mütevazi fiyatlara bilet satmakla ya da o mısırı 1 lira yerine 5 liraya satmakla hayatlarını devam ettiremiyorlardı. Metropol Sineması Ankara'da iki salonlu tek sinemaydı o dönemde. Diğer sinemalar da bir bir onun peşinden gitmeye başladılar. 

Artık filmler tek tek getirilmiyordu. Hollywood sinemasının dağıtım firmaları küresel anlamda dağıtımı ellerine almışlardı. İnsanlar Hollywood filmlerini görmek için sinemaya gidiyorlardı ve Hollywood filmlerinin dağıtımını elinde bulunduran şirketler sinema salonlarını kontrol etmeye başladı. Daha uzun vadeli anlaşmalar yapılıyordu artık sinema salon sahipleriyle. Bir iki film yerine tüm sezonu planlıyordu sinema sahipleri. Böyle bir planlama yapıp da para kazanabilmek için kaynağınızın da (salon sayısı) fazla olması gerekiyordu. İkinci, üçüncü, dördüncü salonlar açılmaya başladı yavaş yavaş. Büyük görkemli salonlar küçültülüp küçük çok sayıda salona dönüştürülüyordu. 

Bu furyayı takip edip de çok sayıda filmi getirebilen firmalar sektörde ilerde kaldılar. Ama bir ya da iki salonda kalıp da çok fazla film getiremeyen sinema sahipleri geri düştüler. Onlar da Avrupa filmlerine ve bağımsız filmlere yöneldiler. 90'ların ikinci yarısında Türkiye'de ciddi bir entellektüel film beğenisi oluştuysa bu geriye düşen sinemacıların çabaları sayesindedir.

Daha sonra Türkiye daha büyük bir değişimin içine girdi. Daha önce bakkal dükkanlarını yerinden eden marketler AVM'lere yenilmeye başladı. AVM'ler mantar gibi biterken her AVM çok salonlu bir sinema kompleksiyle planlanıyordu. Bunun cazi yönü yatırım aşamasında sinema salonunun finansmanı için kendinize bir ortak bulabilmenizdi. Bununla beraber Türkiye'de ilk profesyonel sinema işletme grupları ortaya çıktı: Tepe grubu, Afm grubu, Mars grubu. Bu gruplar AVM yatırımlarına katılıyorlar ve daha sonra AVM içindeki sinema salonunu alarak işletiyorlardı.

Bir anda Tepe Cinemaxlar, Afm Sinemaları, Cinebonus'lar her AVM'de yer almaya başladı. Eski ve küçük alışveriş merkezlerinin salonları bile bu grupların eline geçti. Geride Ankara'da Kızılay, İstanbul'da Beyoğlu gibi köklü iş merkezi semtlerinde direnen eski tip ufak işletmeler kaldı. Bu dönüşümde en acı an benim için herhalde Ankara Akün sinemasının kapanması oldu.


Bu değişimin götürdüğü şeyler olduğu gibi getirdiği şeyler de oluyordu. Mısır yine 5 liraydı. Ama en azından artık marketteki poşet mısırın muadili değil, taze patlatılmış mısır yiyordunuz. Karamelli mısır yeme şansınız bile olmuştu. Dünyanın geçirdiği dönüşümde ne yapıyorsak onu yaptık biz de, tecavüz kaçınılmazdı, zevk almaya baktık. 

Film dağıtımı artık iyice Hollywood filmlerinin ekseninde dönüyordu. Ama bu ortam Türk filmlerinin de patlama yaptığı ortam oldu. Türk sineması da bu değişimle birlikte bir değişim geçirdi. Entellektüel ve karmaşık bir yapıdan Hollywood'a yakınsayan bir yapıya dönüştü. Bir kısım insan bu dönüşüme tepki gösterse de genelde olumlu karşılandı. Seyircisi olmayan bir sinema yapmanın kimseye bir faydası yoktu. 

Artık eski kuşak sinema işletmecileri siperlerini kazıp son direnişlerini veriyorlardı. Avrupa filmleri, bağımsız filmler ve kaliteli Hollywood filmlerinden oluşan bir programla seyircinin karşısına çıkmaya çalışıyorlardı. 

Ama kapitalizmin birinci ilkesi, daha karlı bir piyasa için yapılan dönüşümler asla durmazdı. Sinema sektöründe de durmadı. Mars grup önce Tepe grubunu, daha sonra da Afm'yi alarak Türkiye'deki sinemaların yaklaşık %30'unu eline geçirdi. Hasılat cirosunda ise %50'den fazla bir payı olduğu tahmin ediliyor Mars grup'un Cinemaximum sinemalarının. 

Hiç bir tekel insanlığa hayırlı şeyler sunmadıysa bu tekelin de sunacağı düşünülemezdi zaten. Öyle de oldu. Film fiyatları artmaya başladı öncelikle. Mısır artık 5 lira değil, 10 liraydı. IMAX 3D ve 3D sinemaların girmesi de bilet fiyatlarını arttırmak için bir bahane oldu. Artık mütevazi fiyatlara bir film seyretmek diye bir kavram kalmamıştı. 

Ama insanlık asla hırslarından geri kalmıyor, hep daha fazlasını istiyor. Sinema salonları eskinin mısır satarak yolunu bulmaya çalışan anlayışından acayip bir rant kapısına dönüştü. Her yerde daha fazla para kazanmak hedef oldu. Emek Sineması'nın yıkımda da bu kafayı gördük. Şimdi bilet satışında bile aynı kafayı görmek mümkün. 

Artık sinema biletlerinin büyük bir kısmı Internet'ten satılıyor. Biletix ve MyBilet bu konuda büyük oyuncular Türkiye'de. Biletix önemli konser ve etkinliklere verdiği bilet satış desteğiyle öne geçmeye çalışıyor. MyBilet bu konuda biraz geri kalsa da sinema bileti satışıyla dengeyi kurmaya çalışıyordu. Mars grubun ve bir çok başka sinema salonunun bilet satışını MyBilet sağlıyordu. 

Bu ay içinde Mars grubu MyBilet ile olan anlaşmasını bitirdi. Kendi bilet satış sistemine geçti. 

Bunun tüketiciye etkisi ne: 

Artık bilet almak için MyBilet yerine Mars grubunun kendi sitesine gideceksiniz. MyBiletin yıllardır oturmuş yapısı yerine son bir iki ayda ortaya çıkarıldığı belli olan bir sistemi kullanıp biletinizi almaya çalışacaksınız. MyBilet'de kabaca önünüzdeki bir hafta için bilet alabiliyordunuz, ama yeni sistem ile en azından şimdilik 2-3 güne düşmüş bu süre. Yine bilet fiyatının üstüne bir komisyon vereceksiniz. Ayrıca MyBilet'in kioskları artık kullanılmadığından biletlerinizi yine de gişeden almak zorunda kalacaksınız. Cep telefonuna bilgilendirme ya da mobil uygulama gibi şeyler de en azından şu an yok. Yani aslında sadece uzun vadeli rezervasyon yapabilmek için fazladan para vereceksiniz Mars gruba. 

Mars gruba etkisi ne bunun:

MyBilet ile anlaşmalarının ayrıntısını bilmiyorum ama zaten MyBilet'e herhangi bir para vermedikleri, MyBilet'in bilet satın alanlardan aldığı komisyondan gelir elde ettiği yazılıyor çiziliyor. Şimdi bu komiyonu Mars grup kendi cebine atacak. Yani daha çok para kazanacak. Ortaya çok ciddi bir bilet sistemi koydular mı ve bunun operasyonel masrafı ne olacak bilemiyorum ama Internet'ten hizmete aldıkları bilet satış kanalına bakınca çok da profesyonel bir şey ortaya koymadıkları en azından şimdilik büyük bir operasyonel masraftan söz edilemeyeceğini söylemek doğru olur.

Yani ne oldu, biri ya da bir şirket biraz daha para kazanacak diye rahat bilet alma imkanımızı kaybetmiş olduk. Yakında sanırım sinema salonlarında film de gösterilmeyecek. Salona gidip bir ton şey yiyip her aşamada para harcayacağız ve sahte bir mutluluk hissiyle evimize döneceğiz. Bu sayede başka biri de cebine ya da kendini ait hissettiği şirketin kasasına giren paranın verdiği sahte mutluluk hissiyle kendini tatmin etmeye devam edecek. 

Bu işin bilet satış yönü. İki senedir Mars grubun AVM yatırımlarında, ekrana gelen filmlerin seçiminde ve operasyonel her kararda pazar payı gücünü kullanarak istediği her şeyi ortaklarına, müşterilerine ve birlikte çalıştığı firmalara dikte ettiği yazılıyor çiziliyor. Eeee başbakanın %50'nin gücüyle aklına eseni yaptığı bir ülkede çok acayip değil de bu. 

Bir laf vardı aile büyüklerinin çok kullandığı ben küçükken. "E aldığınız bedduaya değdi mi?" Değdi mi ey Mars grup?