19 Aralık 2012

Sputnik'den Göktürk'e

1957 yılında Sovyetler Birliği ilk yapay uydusunu uzaya göndereceğini dünyaya duyurdu ve tüm dünyadaki bilim adamlarından, amatör telsizcilerden ve amatör gözlemcilerden uyduyu gözlemlemelerini ve sesini kaydetmelerini istedi. Dünya için büyük bir gündü. 4 Ekim 1957 akşamüstü Sputnik 1 uydusu Kazakistan'daki Baykonur uzay üssünden fırlatıldı. Yaklaşık 90 dakika sonra uydu tekrar Sovyetler Birliği üzerine gelmişti ve yayın yapıyordu.

Bir gün eğer uzayda yaşamaya başlarsa insanoğlu, Sputnik 1 ilk adım olarak görülecek. İnsanın bilim ve teknoloji ile sınırları aşmasının ilk gerçek adımıydı Sputnik. İlk defa bir nesne kontrollü olarak atmosfer dışına gönderilmiş, orada bir süre kalmış ve dünyaya veri göndermişti.

Sovyetler Birliği projeyi ilk önce Amerikalılar ve zamanla bir mücadele şeklinde bilimsel bir gizlik içerisinde yürütse de kısa süre sonra projenin güncelliği ve önemi azalınca Sputnik 1 ciddi bir propaganda malzemesi oldu. İşe de yaradı.

Sputnik 1 Amerikan toplumunda bir panik havası estirdi. Sovyetler Birliği resmen bilimsel alanda Amerika'dan öndeydi, uzaya bir adım daha yakındılar. Ve Sovyetler Birliği uzaya bir uydu gönderecek teknolojiye sahipse Amerika'nın kalbinde istediği yere bir nükleer bomba gönderecek teknolojiye de sahipti. Soğuk savaş aslında 4 Ekim 1957'de başladı. 

Sovyetler Birliği soğuk savaş esnasında Sputnik 1'i kendi gücü, üstünlüğü ve Amerika'yı tehdit edebileceğinin bir kanıtı olarak kullandı. Gagarin'e kadar Sputnik 1 Sovyetlerin assolistiydi. Gagarin'den sonra da propaganda makinasının as kadrosunda oldu. Sovyetler Birliği materyalizm ve emek üzerine kurulu bir devletti. İnsanlığın tüm bunlara emekle ulaşabileceği, evrende mutlak hiç bir sınır olmadığının ve kollektif çalışmanın Sovyetler Birliği'ni bu yolda öne geçirdiğinin uzun uzun propagandası yapıldı.

Türkiye bu dünyaya ancak haberleşmede uyduların yaygınlaşması ile 1994 de Türksat 1B ile girdi. Ama esasen Türkiye'nin kendi ileride olduğu konuları tüm dünyaya göstermesi bu yıl içerisinde oldu. 19 Aralıkta ilk "milli uydu" diye reklamı yapılan Göktürk-2 uzaya gönderildi. Uydunun yapımındaki millilik % 80. Bunları gazetelerden eminim okumuşsunuzdur. Ama uydunun uzaya gönderilmesi tam anlamıyla % 100 milli bir olay oldu. Eğer farklı gazete ve televizyonları takip etmiyorsanız ya da etrafınızda ODTÜ mensubu biri yoksa hikayenin bu kısmını duymamış, ya da her zamanki öğrenci olaylarından biri olarak geçiştirmiş olabilirsiniz.

Göktürk-2 Türkiye saati ile 18'de uzaya gönderilecekti ve uydunun uzaya gönderilmesi için bir tören düzenlendi. Töreni uydunun yapımında en büyük paya sahip olan TÜBİTAK'ın Uzay Enstitüsü düzenledi. Törene başbakan, tüm bakanlar kurulu, uyduda askeri yetenekler de olduğundan ordunun komuta kademesi ve projede emeği geçen kamu kuruluşlarının temsilcileri çağrıldı. Buraya kadar olağan dışı bir şey yok. 

Törenin yapılmasında yer olarak ise TÜBİTAK Uzay'ın ODTÜ kampüsü içerisindeki binası seçildi. İşte bu noktada uzayla ilgili meselelerden çok dünya ile ilgili meseleler ağır basmaya başladı ama anlaşılan TÜBİTAK yöneticileri bu konuda uzay konusunda oldukları kadar yetkin değillerdi. 

TÜBİTAK Uzay, Tayyip Erdoğan ve polis kelimeleri daha önce de aynı cümle içinde kullanılmıştı. 2010'un aralık ayında Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu'nun toplantısının aynı binada yapılması planlanmış ve toplantı esnasında yapılan protestolarla ODTÜ savaş alanına dönmüş, onlarca kişi göz altına alınmıştı. 

İki sene sonra bu töreni planlayanlar aynı manzaranın kaçınılmaz olarak tekrarlanacağını düşündüler mi acaba? Belki düşünmüşlerdir, belki düşünmemişlerdir. Ama daha korkunç bir olayla karşılaşılacağını eminim düşünmüyorlardı. 

Ne oldu tören esnasında? 

Ana akım görsel ve yazılı basına bakarsanız bir grup öğrenci Tayyip Erdoğan'ı protesto etmeye çalıştı, polis de göz yaşartıcı gaz ile müdahale edip öğrencileri dağıttı. Haberi bu şekilde okuyacaksınız ve büyük ihtimalle çok da dikkatinizi çekmeyecek. Ama tören esnasında olan bu değildi. 

Protesto bekleniyordu Tayyip Erdoğan ODTÜ'ye geleceği için, o yüzden yoğun güvenlik önlemleri altında ve konvoyla geldi törene katılacak protokol. Daha törenden saatler önce öğrenci grupları da organize olmaya başladı. Daha önceki olayda da aynı şeyi düşünmüştüm, bunların ikisinde de bir tuhaflık yok. Türkiye'nin başbakanı sonuçta Erdoğan ODTÜ kampüsüne gelemeyecek diye bir şey yok. Güvenlik önlemleri alınır, gelir toplantısına katılır, törenini yapar. Aynı şekilde bu ülkenin başbakanı olduğu için en protesto edilecek adam da her zaman o olacak. Eskilerin dediği gibi, "takdir edilmek iyidir, ama kimse size karşı çıkamıyorsa bir problem vardır". Öğrencilerin de siyasi düşünceleri ne olursa olsun Erdoğan'ı protesto etmemelerini beklemek saflık olur. Hele ODTÜ gibi, toplumun yarısı onu el üstünde tutsa bile Ak Parti ve Tayyip Erdoğan'a mesafeli bakmaya devam eden bir ortamda.

Bunların hiç biri acayip, tuhaf, dünyanın hiç bir yerinde olmayacak şeyler değil.

Ama öğrenciler protesto girişimi için TÜBİTAK Uzay'ın binasına hareketlenmeye başladıktan sonra olanlar görmesem inanmakta zorluk çekeceğim şeyler oldu.

Öğrenciler hareketlemeye başladılar diyorum ama aslında çok da hareketlenecek bir durum yoktu. TÜBİTAK Uzay binasını içine alan yaklaşık 1 kilometre karelik bir alanı polis tamamen kuşatmıştı. Geniş kapsamlı koruma önlemleri denir hep, bir itirazı olmaz kimsenin de ama 1 kilometre karelik alanı kuşatmak için kampüse 2000-3500 arasında polis getirilmişti. Hem de daha ortada hiç bir şey olmadan.

Sonra geçtiğimiz aylarda ODTÜ'nün Ak Parti Genel Merkezine yakın olan A-1 kapısında da defalarca olan şey oldu. Öğrenciler barikatlara yaklaştılar sloganlarla ve göz yaşartıcı gaz bombası yağmuru başladı, öğrenciler tarafından da taş yağmuru. Bu kısmı ben de basından izledim öğrenciler mi polisi taşladı, göz yaşartıcı gaz bombaları mı önce yağdı bilmiyorum. Gözaltılar olduğunu gazetelerden okuduk. Burada da olmasaydı denilecek olaylar var ama çok akıl sınırlarını zorlayan bir şey yok bana sorarsanız.

Ama bunun bir adım sonrası gerçekten 300 filminde "Burası Sparta lan" diyerek Pers elçisini dipsiz kuyuya atan Spartalı generalin yaptığıydı. Protesto eylemini dağıtmak yetmemişti herhalde polislere, olaylar bir anda kampüsün ortasına doğru yayıldı.



ODTÜ Kampüsünü bilenler bilir zaten. Bilmeyenler için TÜBİTAK Uzay eski kampüsün yani bölümlerin olduğu bölgenin epeyce uzağındadır. Bölümlerin etrafını saran bir yol vardır. Zamanla Makina Mühendisliğinin yeni binaları ve yeni mühendislik bölümleri binaları bu yolun öbür tarafına yapılmaya başlamış ve mühendislik bölümleri bu yöne yayılmıştır. Daha sonra yeni yurtlar bölgesi ve ODTÜKent lojman bölgesinin oluşturulması ile bu bölge de ODTÜ'nün adeta bölümler ve çarşı bölgesinden sonra üçüncü merkezi olmuştur. TÜBİTAK Uzay da burada yer alır. Buradan bölümlere ulaşmak için ilk önce Makina Mühendisliğinin ek binalarına bağlanan 100 m. civarında bir yaya yolunu yürümeniz gerekir. Makina binaları içinden geçip dış yola çıkmak için de bir 150 m. yürümek gerekir. Bu dış yoldan bölümlerin bulunduğu bölgenin merkezine olan mesafe de yaklaşık bir 250 m. dir. Yani törenin yapıldığı TÜBİTAK Uzay ile bölümlerin olduğu bölgenin merkezi arası yaklaşık 500 m. dir. Mesafenin ötesinde burası Elektrik Elektronik Mühendisliği, Endüstri Mühendisliği, Makina Mühendisliğinin olduğu büyük öğrenci nüfusuna sahip bir bölgedir.

Olaylar işte polisin protestocuları tüm bu insan kalabalığının içerisine göz yaşartıcı gaz bombaları atarak kovalaması ile devam etti. Havanın soğuk ve yağmurlu olması etraftaki insan sayısının az olmasını sağladı bereket versin ki. Tanık olduğum şeyler arasında ODTÜ'nün göbeği sayılabilecek Çatı Kafe'nin önünde sadece bağıran iki  (yazıyla iki) öğrenciye gaz bombası atılması, Elektrik Mühendisliğine giren protestocuların arkasından polisin camları kırarak içeriye gaz bombası atması, tüm binanın o gün kullanılamaz hale gelmesi, tüm derslerin ve sınavların iptal olması var. Gaz bombasından rahatsızlanmalar yine olmuş medyada gördüğümüz. Bir ambulans gözümüzün önünde bir yaralı götürdü, medyada ifade edilen bir öğrencinin başına gaz bombası isabet ettiği ve ağır yaralı olduğu, ambulansın bu öğrenciyi götürdüğünü tahmin ediyorum.

Tabi bu görüntülerin içerisinde öğrenci vandallığının da bolca örnekleri vardı. ODTÜ'nün A-1 kapısındaki araç geçiş kulübesinin ateşe verilmesi olayından az bir zaman geçmişken, hala o kulübe bir utanç anıtı gibi dururken bu sefer de öğrencilerin ellerine geçirdikleri metal aletlerle çevre düzenlemelerini parçalayarak polise atmak için cephane ürettiklerine şahit olduk.

Olaylar saatlerce devam etti. Akşam 6'yı geçerken de hala gaz bombası lançer'larının sesleri bölümlerden net bir şekilde duyuluyordu. Elektrik elektronik bölümünde olayların devam ettiğini duyduk. Bir grup rektörlüğe yürüyerek olanları kınadı ve fırlatmadan sonra Erdoğan'ın kampüsten ayrılmasıyla sıkı yönetim sona erdi.

Uzaya uydu gönderiyoruz, yakında roket gönderme niyetimiz de var. Ama başbakanı protesto eden öğrencileri protestocunun iki katı polis ve zırhlı araçlarla 500 m. kovalamak, binaların içlerine, kim var kim yok demeden kampüsün ortasına gaz bombası atmak normal sayılıyor. Bu sadece uzaktan gördüğüm işin çığırından çıkmış kısmı. Acaba olayların göbeğinde neler oldu, nasıl bir şiddet yaşandı tahmin bile edemiyorum.

Düşünüyorum akşamdan beri, bu görüntülerde beni rahatsız eden neydi diye. Çünkü şiddetle şok olmak ve algının bir an açılması hiç bir şeye yetmiyor yaramıyor. Sivas katliamını canlı seyreden bir neslin üyesiyim ben ve bir daha olmayacağını düşünmek şöyle dursun ne zaman daha kötüleri olacak diye bekliyorum.

Bu görüntülerdeki sembolik şeylerde çok fazla alt anlam aramamak lazım. Başbakan ODTÜ'ye gelmesin demek öğrenciler protesto etmesin demekle aynı şey neredeyse. İkisine de çok itibar etmiyorum.

Ama ben ülkemin başbakanı ODTÜ'de kapıdan girip yürüyerek öğrencilerle sohbet ederek gelsin törene katılsın isterdim. Üzüldüm bunun yerine bir ordu ile gelmesine. Protestoları bastırmak değil, ezmek amacında bir orduyla. Daha da üzücüsü başbakanım bundan hiç üzülmeyecek. Seçim günü çıkıp konuştuğu balkon da ODTÜ'ye bakıyor ama. Sanmıştık ki biz bahsettiği belki de bizlerdik. Gerçekten fikirlerimiz uyuşmasa da hepimizin birlikte yaşaması onun isteği diye. Yine yanıldık herhalde. Hiç bir fikir böyle kovalanmayı gaz bombası yağmuruna tutulmayı hakketmiyor.

Gözlerimle gördüklerimin duyduklarımın şaşkınlığından sonra medyaya baktım, olaylar tamamen geçiştirilmişti. Polisin aşırı ve çığırından çıkmış müdahale şekli hakkında bir şey yoktu. Zaten beklemiyordum. Sadece "polis göstericilere sert şekilde müdahale etti" beyanatını görmeyi umuyordum, onu da şükür gördük. Esas öğrenmeyi beklediğim öğrencilerin protestosunun sınırları ve sabırları aşan bir hali olup olmadığıydı. Kapıdaki kulübenin yanması olayında olduğu gibi böyle bir şey olsaydı medyanın onu es geçmeyeceğini biliyordum. Ne yalan söyleyeyim içimden bir umut da bunu görmeyi umuyordu.

Tuhaf bu belki ama öğrenciler polise saldırdı, Erdoğan'ın bulunduğu binaya saldırdı ya da konvoyuna saldırdı gibi bir haber görsem belki de içim rahat edecekti. Çünkü problem bizde olacaktı o zaman, tüm bu olan akıl kaybını vandallığı bir adım öteye götüren "anarşiklerin" davranışları olarak açıklayacağım. Ama tüm gördüğüm bir grubun polise taş attığı. Polisten yaralananlar olduğu belirtiliyor medyada. Gördüğüm zırhlı araçlar ve çevik kuvvet polislerinin orada bulunduğu, yani buna zaten hazırlıklıydı polis. Peki ne delirtti polisi bu kadar da öğrencileri kampüsün ortasına kadar kovaladılar? Bakıyorum medyada ve cevap bulamıyorum.

İşte bu korktuğum şey, çünkü bu soruya somut ve geçiştirici bir cevap bulamamak bizi korkunç gerçekle yüz yüze bırakıyor. Yanlış olan bu ülke ve bu ülkede dozu giderek artan polis şiddeti ve iktidarın eleştiriye tahammülsüzlüğü ya da kraldan kralcı olan orta bir kesimin üstlerine yaltaklanma adına altlarındaki polis teşkilatını bir dayak timine dönüştürmesi. Bilmiyorum ne oluyor ama basit bir protestoda bu derece kaba kuvvet midemde rahatsızlık yaratıyor.

Midemde rahatsızlık yaratan başka bir şey de ODTÜ'ye polis giremez mitinin bir kere daha mit olarak kalması. Bunun zaten mit olduğu biliniyor. Ama ODTÜ rektörlüğü de bu kadar etkisiz kalması maalesef üzücü. Rektörlüğün olaylara müdahale etmesi söz konusu olamazdı belki, ama yine de bu gerilimin başta hiç yaşanmaması lazımdı. ODTÜ rektörlüğünün bu tören organizasyonunda sözü olması lazımdı, ve şunu açıkça söylemeleri lazımdı "Bakınız, töreni yapın, sayın başbakanımızı da çağırın, dilediğiniz konuğu çağırın, ama burada mutlaka protesto olacak. Protestolara karşı güvenlik önlemleri alınsın ama bu güvenlik önlemleri protestoculara şiddet uygulamaya gitmemeli. Bunların hepsini yapabiliyorsak yapalım, yapamıyorsak bu tören başka yerde olsun".

Ahmet Hoca bir açıklama yapmış ve olayları, gözaltıların olmasını kınamış, protestonun bu öğrencilerin doğal hakkı olduğunu söylemiş. Şu anda söylenebilecek en doğru ve en sakin kelimeleri sarf etmiş, kutluyorum. Yine de bu tören planlanırken bunlar düşünüldü mü çok merak ediyorum. Ve tabi iki sene sonra da üçüncü raundunu yaşayacak mıyız bunun...

Aslında hepsine cevaplarım da var kendimce. ODTÜ'nün Türkiye'de az sayıda kalan son muhalif kaleden biri olması, bu konuma eski tavrının yüzde birine bile sahip değilken gelmesi (ODTÜ'nün geleneği mi çok kuvvetli, toplumun eğretilikleri mi susmadan duramayacak boyuta ulaştı takdirinize bırakıyorum), YÖK'ün üniversitelerde 12 Eylül'ü bile mumla aratan bir dikta düzeni kuruyor olması, Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığının son yıllarında ülkeyi götürdüğü bir sonraki adımın ne olacağı... Bunların hepsinin bu yaşananlarla ve olası sonuçlarıyla ilgisi var.

Ama amacım siyasi mesaj vermek, eleştiri yapmak, komplo teorisi üretmek değil.

Amacım bir an durup bakmak. Bu ülke nasıl bu hale geldi diye düşünmek.

Sovyetler Birliği Sputnik 1'den otuz yıl sonra dağıldı. Sebebi tüm sağladıkları ilerlemenin, tüm bilimsel ve teknik gelişmenin insanlara değil de sadece adı olan bir savaşa harcanmasıydı. Bir çok açıdan Sovyetler Birliği boşa harcanmış bir deneme oldu.

Peki biz uzaya uydu fırlatarak ne çözmeyi, nasıl ilerlemeyi planlıyoruz? Devlet şeklimiz, siyasi tablomuz, sosyal yapımız ve her şeyimiz adeta arabeskken maalesef uzaya gönderilen bir uydu görmek istediklerimizi göstereceği yere görmek istemediklerimizi gözümüze sokuyor.

Bir kesim mutlu, uzayda (nerdeyse) yerli malı bir uydumuz var, yerli malı haftaları hedeflerine ulaştılar. Bir kesim ise üzgün, yine şiddet, yine aşağılama ve yine öfke ile karşılaştı diye. Sayıların bu tablonun gerçek görünümünü vereceği sanılıyor. Oysa öyle yanılıyoruz ki...