28 Kasım 2009

Ankara Calgary Son

(Bundan önceki bölümlerin her birinde biraz daha tepetaklak gitmişti işler. Bundan sonra düzeldiğinden bazı şeyler tek bölümde bitiriyorum)

Uçak yolculuğu rahattı. Pencere kenarındaki ikili koltuklardan koridor tarafına bakan koltukta oturuyordum. Okyanus aşan uçakların konforu şahaneymiş gerçekten. Biraz dergi okudum. İki kere yemek servisi, bir kere atıştırma servisi dolaştı, tıkındım. Onlar dışında paso önümdeki interaktif eğlence zımbırtısıyla ilgilendim. Tavla oynadım, haritada google earthcülük oynadım, Death Note'un filmini buldum zıpladım seyrettim hemen ne kadar yavan olsa da. X-Men seyrettim herhalde onuncu kez. Romantik komedi dünyasına dönüş yaptım The Proposal ile.

Hala gergindim biraz aslında. Uçağın 1:30 saat geç kalkması, tam kalkmak üzereyken teknik aksaklıktan dolayı geri dönmesi filan da biraz gerginliği arttırdı ama yolculuğun böyle az yorucu olması mutlu etti beni.

Toronto'ya indiğimizde yeni gece olmuştu. Batıya doğru güneş ile yarışarak gittik ama güneş biraz daha hızlıydı bizden tabi. Toronto'ya rota düz çizgiymiş direk. Bulgaristan, Avusturya, Almanya,Fransa,İngiltere,İrlanda üzerinden okyanusa çıkıyor, Grönland'ın tam güney ucundan geçip Labrador'dan Kanada'ya girdi uçak ve dümdüz Toronto'ya uçtu.

Lester Pearson havalanında bir çok gate birleşip kocaman bir gümrük alanına açılıyordu. Önce yanınızda getirdiklerinizden declare etmeniz gerekenleri belirttiğiniz bir form dolduruyorsunuz. Bir an ne yapacağımı bilemedim. Bavuldaki çaylar, kahveler, fıstıklar, cevizli sucuklar ne olacak diye düşündüm. Tabi ortada bavul olmaması da ayrı bir durumdu. Sonunda yiyecek olduğunu işaretledim, yanımda olmayan şeyler getirdiğimi de işaretledim. Pasaport kontrolündeki görevliye durumuanlattım. İki kaleme de OK yazdı, geçtim. Göçmenlik bürosuna gidip çalışma iznimi aldım. İlk gördüğüm Kanadalıları biraz inceledim. Tim Hortons efsanesine ilk defa tanık oldum.

Gümrükten çıkıp da bavul alma bölümüne geçtim daha sonra. Bir umut bavullara bakayım dedim. Bizim uçağın bavullarının indiği banta gitmem ve bavullarımdan birinin yerde durduğunu görmemle ağzım açık kaldı. Bavulları indiren zenci abiye sarılacaktım heyecandan. Biraz bekledim, diğer bavul da geldi.

Bir şekilde İstanbul'da bavulları iç hatta aktarmamışlardı. Ya bulamadıklarından ya da aksaklık sonucu. Bavullar transit Toronto etiketleriyle durmaya devam ediyorlardı. Bir şekilde de cumaretsi günkü uçağı kaçırdıklarını gören biri pazartesi uçağına aktarmıştı bavulları. Ama hala elektronik sistemde nasıl görünmüyorlardı şu ana dek hala anlayamadığım bir durum.

Bavullar için bir araba aldıktan sonra Türk Hava Yollarının kayıp eşya masasına gittim, amacım kayıp bavul raporunu iptal ettirtmekti. Masada iki üç kişi vardı. Bir süre bekledikten sonra "Şimdi onlar düşünsün" diyip basıp gittim. Gümrükten çıkarken bavullarımı bulduğumu belirtmem gerekir mi tekrar diye düşündüm de içimden "Salla" diyip çıktım.

Bir sonraki adım Toronto-Calgary uçuşuydu. Tek problemim nerden kalkacağından emin olmamamdı. Toronto Pearson'da 3 tane terminal var. Sanırım 2. terminal ilk terminalin uzantısı gibi. Ama 3. terminal ayrı bir yerde. Westjet'in 3'den kalktığını hatırlıyordum hayal meyal ama emin değildim, bakarım ya nasılsa bir Internet alıp diye sallamıştım daha önce.

Bir yere oturdum ve bir Internet aldım. Fakat bir tuhaftı Internet. Sadece Westjet'in ana sayfasına ve Google'a bağlanabiliyordum. Başka bir yere bağlanamıyordum. Zaten cep telefonum da çalışmıyordu. İçimden "Sıçtık" demeye başlamıştım. Kanada'nın telekominikasyon altyapısı bende soru işaretleri bıraktı iyice.

Biraz doladım Westjet sayfasında ama bir şey bulamadım. Uçağın C25'den kalkacağı yazıyordu ama C25 neredeydi bir ibare yoktu. Daha sonra "Westjet Lester Pearson Toronto Terminal 3" filan diye aratınca gerçekten WestJet'in 3. terminalden kalktığını öğrendim. Oraya doğru yollanmaya başladım.

Tabi bir bavul arabasıyla bu iş zor oldu biraz. Bir merdiveni gösteren oka kadar rahat geldim de. Asansör imdada yetişti o noktada da. En sonunda Deeprun Tram kılıklı bir hafif raylı trenin istasyonuna çıktım ve diğer terminale o trenle ulaştım. Diğer terminal daha küçüktü, biraz Finlandiya'daki otobüs terminaline benziyordu. Air Canada dışındaki küçük firmalar, Küba, Güney Amerika ve Karayip gibi yerlerin havayolu şirketleri buradan uçuyordu.

Biraz dolandım sonra check-in'e girdim. Bavulların biri ağırlık problemi çıkarttı. İçimden Türk Hava Yolları kadar toleranslı değiller diyip kendimle çeliştim bir an. O kadar bezmiştim ki bavul işinden neyse parası verelim olayına girdim. $50 CAD daha bayılıp bavulları verdim. Son düzlüğe girmiştik.

Biraz dolaştım terminalde. Pizza Pizza diye bir yer görünce daldım hemşerim nerdensin diye, Çinli çıktı. Bir dilim pizza yedim Kanada'daki ilk yemeğim olarak. Amerikanpriz2Avrupafiş dönüştürücü aldım bir. Üç gündür ilk defa kaygısızca oturup uçağı beklemeye başladım. Hintliler ağırlıktaydı Pearson'da, azcık Çinli vardı. Kanadalı'ya benzeyen bir şey yoktu.

Uçağa 1 saat kala gate'e doğru yollandım. Herhalde low profile gösteremedim bir manual search'e maruz kaldık karambole. Abi çok nazikti yanlız erojen bölgelerimi aramadan önce uyarıyordu.

9'da uçağa bindik ve kalktı uçak 10 dk. bir gecikmeyle. Hayatımda ilk defa yabancı bir havayolunun uçağına binmiştim ve hayatımda ilk defa boş konuşmayan bir kaptan pilot gördüm. Adam güzelce niye geç kaldığımızı, nasıl bir rotadan gideceğimizi, havanın uçuşu nasıl etkileyeceğini açıkladı. Genç biriydi, demek ki hava kuvvetleri eskilerini toplayan bizim havayolları o kadar da doğru yolda değiller

WestJet uçağında ikram orta karardı, eğlence olarak da TV vardı her koltukta. Biraz kitabımı okusam da sonra TV de NFL pazartesi gecesi maçını seyretmeye başladım adaptasyon sürecinin bir parçası olarak. Tabi bir yerde artık vücut yeter demeye başladı, uykum geldi ve sızdım. 4 saatlik yolculuk parça parça uyuyarak, parça parça ikramdan aldığım suları içerek, parça parça da insanları inceleyerek geçti.

Calgary seyrek ışıkladan oluşan bir şehirdi. İlk şaşırtan şey buydu beni. Sonra anladım tabi neden. Yerel saatle 23:15 gibi indik Calgary'e. Reda Hoca bekliyordu yolcu bölümü çıkışında.

Ankara'da evden çıkalı 64 saat civarı olmuştu. Bavullarımı kaybedip bulmuştum. İner inmez götüm donmaya başlamıştı. Bir sürü bilinmeze doğru gidiyordum. Esas yazılacaklar - başta doktora tezi olmak üzere- bundan sonraydı.


26 Kasım 2009

Ankara Calgary 4

Bavullardan ümidi kesince aldığım bavul taşıma arabasını bıraktım. Türk Hava Yolları'nın kayıp bagaj kısmına ilerledim. Kayıp bagaj kısmında hemencecik birine sorup bagajımı bulmayı beklemiyordum tabi. Ama böyle bir kaos da beklemiyordum.

Üç tane gişe kılıklı yaklaşma yerinin ve 4-5 görevlinin olduğu kayıp bagaj bölümünde ve önünde yaklaşık bir 40 kişi vardı ve bu sayı asla azalmıyordu. Görevliler tepkisiz hale gelmişlerdi yoğunluktan sersemleyerek.

Yoğunluğun en temel sebebi benim gibi bavul kaybedenler değil de o günkü deyimle "Uçamayanlar" dı. Öğleden önce iç hat seferleri Ankara'daki gibi gecikmişti fakat öğleden sonra iç hat seferlerini iptal etmeye başlamışlardı. Havalanına gelip de iç hat seferi için bagajını check-in'de veren yolcular 1-2 saat bekledikten sonra uçuşlarının iptal edildiğini öğrenip iç hatlar bagaj alım kısmına yönlenmişlerdi. Tabi benimki gibi biraz olağan dışı durumu olan bagajları bile kaybeden THY'nin bu insanların bagajlarını kolayca kendilerine geri vermesinin mümkün olmadığı belliydi.

Neslihan geldi bir süre sonra güya bana bavulları götürmede yardım etmeye. Tabi ortada bavul olmadığından oturup benim dolanmamı bekledi daha çok. Yaklaşık 1 saat boyunca kayıp bagaj kısmına gittim, izdiham arasından geçip de adamlara derdimi anlatmaya çalıştım, ama mesafe kaydedemeyince dönüp bir umut diyerek tekrar bagaj bantlarına bakmaya gittim.

Bayağı renkliydi ortam, tam Levent Kırca'lıktı. "Ya kalkmayan uçağın bavulu nasıl kaybolur" diye çıkışanlar, "Yarın maç yönetecez Adana'da bavulumuzu bul kardeşim" diye lafa giren takım elbiseli hakemler, "Ne var biz de maç yöneteceğiz Malatya'da" diye altta kalkmayanlar, bağıranlar çağıranlar, "Oğlum yurtdışına gidiyor siz bagajlarını kaybettiniz" diye ağlayan yaşlı adamlar.

Bir saatin sonunda en sonunda görevlilerden biri benim kayıtlara bilgisayardan ulaştı, aradan bir 10 dakika geçtikten sonra da "Kardeş senin bavulun kesin dış hatlara gitmiştir. Sen oranın kayıp eşyasına git" diye bir yorumda bulundu.

Peki dedik. Dış hatlara doğru yola çıktık. Dış hatlar kayıp eşya bölümünün şöyle bir durumu var, gümrüğün içerisinde. Bu yüzden şöyle bir sistem kurulmuş, dış hatlar terminalinin danışma kısmında iki telefon var. Buradan değişik hava yollarının kayıp eşya bölümlerinin telefonlarını arayabiliyorsunuz. Olması gereken, bir görevlinin telefonu açması, sizin ona kayıp bavulunuzu bulmak için görüşmek istediğinizi söylemeniz, onun da gümrük dışına çıkması, sizi alıp personel girişinden gümrüklü alana geçirmesi. Tabi bu izdihamda bunu yapmak pek de kolay değildi.

Türk Hava Yolları kayıp eşya bölümünün telefonu ya meşgul çalıyordu, ya da cevap vermiyordu. Anladım ki arada rastgele telefonu açıyorlar, onun dışında oradaki insanlarla ilgilenmeye çalışıyorlar. Yaklaşık yarım saat bekledik telefonların yanında birinin gelip de bizi alması umuduyla. Giderek kalabalık arttı. Sonunda bir adamın gaz vermesiyle gümrük çıkışına gidip polise bizi içeri sokmasını rica ettik. Tabi rica ettik değil pek bir iki saniye sonra gaz verici abi biriyle yumruklaşmaya başlamıştı gümrük çıkışında.

İçimden küfredip çıktım gümrükten. Biraz daha bekledim. Bir görevli geldi bizi binbir zorlukla içeri soktu. Orada görevli polislerin davranışları gerçekten takdire şayandı. Bizim gibi bavullarını kaybetmiş azılı yolcuların gümrüğe girmesini zorlaştırarak bir kez daha kazandıkları parayı son kuruşuna kadar hakettiklerini gösterdiler.

Gümrükten içeri girince de ayrı bir hikaye vardı. Kayıp eşya bürosuna gidince durumun vehameti artık iyice ortaya çıktı. O gün uçan, uçamayan neredeyse tüm yolcuların bavulları kaybolmuştu. Kimi şansı yardım etmiş de bavulunu bulmuştu, kimi ise aynı derecede şanslı değildi.

Bir süre derdimi birilerine anlatmaya çalıştım. Oradan da benzer bir cevap aldım, "Bavulun buradadır kesin" Ama acaba neredeydi... "Sen en iyisi yarın gel" dediler. Ortamın daha rahatlayıp bavulların ortaya çıkacağını umuyorlardı. Biraz iyimserlerdi ama peki dedim. 8:15 gibi İstanbul havalanından ayrıldım.

Neslihan sağolsun misafir etti beni, zaten biraz internete girip bir bira içip sızdım. Sızmadan önce Toronto-Calgary biletimi alsam mı diye düşündüm ama ertesi gün olacaklara göre davranmaya karar verdim son olarak.

Ertesi sabah kalktım ve havalanına yollandım tekrar. Herşey aslında bir gece öncenin son kısmının tekrarıydı. Dış hatlar gümrüğe girmeye çalıştım bir süre. Pek farklı değildi durum dün akşamdan. Dün akşam bir miktar insan problemlerini çözüp havaalanından ayrılmıştı ama bir grup da benim gibi "Buguün git yarın gel" olayına girmişti. Başka bir grup da gece ya da sabah inmişlerdi hava alanına ve benim bir gün önce olduğum konumdaydılar.

Dış hatlar kayıp eşyaya girince durumda hiç bir değişiklik de olmadığını anladım. Sisten dolayı aksaklıkların başlamasından 24 saat geçmişti ama hala binlerce bavulun karışmış olduğunu söylüyorlardı çekingen bir şekilde Türk Haval Yolları görevlileri. Hala bir tane üst düzey insan, bir tan kriz için atılan adım, hiç bir şey yoktu. Türk Hava Yolları yeterince zaman geçtikten sonra herşeyin yoluna gireceğini umuyordu.

Önceki akşama benzer bir şekilde derdimi anlattım, benzer bir cevap aldım. Ama artık kimsede sonraki güne de bu problemin çözülebileceğine dair umut yoktu. Bana tutanak tutturmamı söylediler.

Yaklaşık 24 saat sonra kaybolan bavullar ile ilgili resmi kayıp tutanağı tutuldu. Bavulların büyük ihtimalle İstanbul'da bir yerlerde, az bir ihtimalle de Ankara'da olduğunu düşünüyorduk. Bana Ankara, İstanbul ve Toronto kayıp eşya bürolarının telefonlarını verdiler.

Tabi olayın yeni bir boyutu vardı. Ben Toronto'dan da Calgary'e gidecektim ve bavulları oraya göndermeleri lazımdı ama adres veremiyordum. Görevliye bunu açıkladım. Kayıp tutanağına adres olarak Toronto Havalanı yazıldı. Daha sonra havalanı ile görüşerek bavullarımı göndertmem gerekeceğini söylediler. Burda sanırım kadına kızmam lazımdı biraz. Ama önceki günden beri gördüğüm en aklı başında ve ne yaptığını bilen insan olduğundan kızamadım da. Daha sonra adres bildiriminde bulunabileceğimi düşünerek ayrıldım kayıp eşya bürosundan.

Çıkına Toronto-Calgary biletini bir sonraki aksam 9:00'a aldım. Otele de para vermek istemiyordum artık. Acaba gitmesem mi diye bir düşünce de düşmüştü aklıma ama gitmemek de bir çözüm değildi. İstanbul'da kalmak ile Calgary'e gitmek arasında hiç bir fark yoktu. Bir sırt çantasıyla gidecektim dünyanın öbür ucuna.

O günün kalanını İstanbulu gezerek geçirdim. Önce Beyazıt'a gidip Gültekin ile bir yerde oturduk bir süre. Sonra da Caddebostan'a geçtik. İsmet geldi, Neslihan işlerini bitirip geldi. Gece 11:00 gibi eve döndük Neslihan'la. Bir duş aldım, kayıp eşya bölümünü aradım, bir gelişme olmadığı cevabını aldım, ve yattım.

Sabah kalkınca erkenden havalanına gittim. Uçağım 11:30'daydı ama belki bavullar ile ilgili bir gelişme olabileceğini umuyordum. Havalanına gidince aradım tekrar, bir gelişme yoktu. Check-in'den geçtim. Check-in'deki badem bıyıklı Edi ile Büdü kılıklı iki salak "Ya Toronto neresi ki?","Kanada için özel güvenlik kontrolünden geçmeniz lazım sanki","Sormak için arıyoz da cevap vermiyorlar, neyse en kötü sınırdışı ederler Kanada'dan" gibi gerzekçe laflar ettiler ama artık pek bişi sinirimi bozamazdı. Sonradan keşke hıncımı bu ikisinden çıkarsaydım diye düşündüm de geçmişti artık.

Pasaport kontrolünden geçip gümrüğe girdim ve bir kahvaltı ettim. Daha sonra yavaş yavaş gate'e gittim. Uçağa girmeden önce son bir kez aradım kayıp eşya bölümünü ama gelişme yoktu. Bir sırt çantası ile Toronto uçağına bindim, dünyanın öbür ucuna gitmek üzere.

Ankara Calgary 3

Tek karışıklık benim biletimde değildi. Onlarca kişinin biletlerinde karışıklık vardı. Sabiha Gökçen uçuşları hala kalkmıyordu, bu uçuşlara bileti olan insanlar diğer uçuşlara geçmeye çalışıyorlardı. Gate'deki görevli bana verilen print-out boarding pass'ı aldı ve bilgisayardan bir şeyler yaparak beni ilk kalkacak İstanbul uçağına transfer ettiğini söyledi. Boarding pass'daki uçuş no ve koltuk numarasını tükenmez kalmele değiştirdi.

Tam ayrılırken oradan "Bagajlarım ne olacak?" diye sordum. "Bagajınız mı vardı?" dedi. "Evet. Toronto'ya aktarılacaktı güya ama Toronto uçuşum pazartesi" dedim. Telefon açtı. Birini aradı. Telefondaki kişiye "TK109 Erdoğdu'nın bagajlarını al, manuel iç hatlar ve TK125 etiketi vur, TK125'e yükle" dedi. Telefonu kapattı bana "Tamam, halloldu" dedi.

Sabahtan beri ilk defa biraz rahatladım hem, ayrıca ilk defa sonrasını düşünmeye başladım. Pazar günü Toronto'dan Calgary'e aldığım bilet yanmıştı. Cumartesi gecesi için satın aldığım otel odası da. Biletimin bağlantısız olması başıma iş acacak gibiydi. Toronto-Calgary biletini değiştirmem mümkün değildi, ertelenen uçuşa bağlantılı olmadığından. Hemen bir saatlik Internet satın alıp bilet fiyatlarına baktım ve $179 a aldığım biletin $300 civarına çıktığını gördüm. Yapacak bir şey yoktu. Yeni bir bilet alacaktım.

Başka bir sorun bileti ne zamana alacağımdı. Cumartesi gece otele gitmek yerine şimdi de pazartesi gece mi otele gidecektim, ya da cumartesi gece direk Calgary'e mi gidecektim? Otel fiyatlarının da $100 üzerine çıktığını gördüm, ama bir yandan da o ana kadar olan tecrübem bana pazartesi de geç kalacağımı söylüyordu.

Saat 14:30 gibi uçağa alınmaya başladık. Güya dünyanın öbür ucuna uçacaktım ama İstanbul uçağına anca bilmiştim 7:30 saatte. Metin Uca'nın gelip de iki yanıma oturmasıyla daha da bir renklendi ortam. Dedim, "Nassınız sayın cumhur-u reisim?"...

Bir miktar bekledikten sonra uçak kalktı. Tabi bu kadar şeyden sonra normal bir uçuş olmasını da beklemiyorduk uçuşun. Bolu'dan itibaren tüm vadiler sis altındaydı. Durumun vehameti daha iyi görünüyordu havadan. Sapanca'ya geldiğimizde tüm batı ufku bir sis kütlesiydi sadece. Güneye doğru döndü uçak. "Sıçtık" dedim içimden. İzmir'e gidiyoruz herhalde diye düşündüm.

Biraz sonra kaptan anons yaptı, İstanbul tüm gecikmelerden dolayı çok kalabalıktı ve sıra bekleyecektik, bunun için de 15 dk. kadar dönecektik. 15:30 dan önce iniş beklenmiyordu.

Dönme çok da alışık olmadığım bir şeydi, ama dönerken üstümüzden altımızdan sürekli uçakların geçmesi hiç mi hiç alışık olmadığım bir şeydi. Tedirgin olmadım desem yalan olur. Metin Uca kadar sakin olabilseydim keşke, adam vurdu kafayı uyudu.

Bir 15 dk. döndükten sonra ikinci bir anons 20 dk. daha döneceğimizi söyledi. Homurdanmalar yükseldi biraz ama ne yapacaktık ki.

Saat 16:30 gibi İstanbul Atatürk havalanına indik. İndik tabi de nasıl bir inişti anlamadım, anlamak da istemiyorum. Tüm İstanbul sis kaplıydı. Daldık sisin ortasına ve bir anda Bakırköy sahil yolunun üstünden geçip piste dokunduk. Ya bilgisayar destekli indik, ya da kaptan ezberlemişti inişi, ikisi de bravo denilecek şeyler.

İstanbul'a indiğim anda sabahtan beri yaşadıklarımın sadece preview olduğunu anlamam çok uzun sürmedi. Hava çok kötüydü. Her yerde terkedilmiş ağızlarına kadar dolu bavul carrier'ları vardı. Bizi terminale götürecek otobüse bindik. Terminale gelip de bagaj alma bölümüne girdiğimde yavaşca o ana kadar hiç bir şey görüp yaşamadığımı anladım.

İlk anda heyecanla hemen bir bagaj arabası aldım 1 ytl takıp. İlk bagaj bandının önünde beklemeye başladım. Bir miktar bagaj geldi. Benimki çıkmadı aralarından. Bir süre bekledim. Sonra belki karışıklık vardır diye bir sonraki banda gittim.

Bir sonraki bantta bir miktar bagaj dönüp duruyordu, Bir miktar insan da bagaj bekliyordu. Bir kan uyuşmazlığı olduğu kesindi.

Daha sonraki bantlarda durumun vehameti üstel bir şekilde arttı aniden. İkinci bandın durumuna benzer bir durum vardı. Bagajlar dönüyordu, insanlar bekliyordu. Fakat ikinci bagajdan farklı olarak sürekli yeni bagaj geliyordu. Arada bir bagajlar bandı tıkıyorlardı. Görevli mi vatandaş mı olduğunu anlayamadığım biri acil durdurma butonuna basıp bir miktar bagajı bandın yanına indirdikten sonra tekrar bandı başlatıyordu ve döngü devam ediyordu.

Bagaj kısmının öbür ucuna vardığımda zaten gözlerime inanamadım. Bu son iki bagaj bandından indirilen bagajlardan oluşan bir dağ vardı ortada. Ayrıca duvar diplerinde onlarca bagaj öyle sahipsiz bekliyordu.

Saat 17:30 gibi kesinlikle emin oldum, bagajlarım kaybolmuştu.

25 Kasım 2009

Ankara Calgary 2

Sis ilk başta paniğe kapılmama yol açtı. Ankara-İstanbul uçağının inmesiyle İstanbul-Toronto uçağının kalkması arasında 95 dk. vardı. Zaten zor yetişecektim, bir de sisten geç kalırsak yetişemezdim.

Uçuş numarasının değişmesinin sebebi de sisti. 7:30 uçağı hala kalkamamıştı. Beni de onda yer olduğundan ona aktarmışlardı. 4:35 uçağı bile kalkmamıştı hala. O uçak yolcularının yerinde olmak istemezdim.

Kısa süre sonra etraftaki konuşmalardan dolayı sakinleştim ama. İstanbul'da da sis çoktu. Bu yüzden aynı miktarda İstanbul-Toronto uçağı da gecikecek gibi duruyordu. Biraz oturdum gate'in önünde. Kalkıp kahvaltı etsem mi diye düşündüm. Yavaş yavaş sis açılmaya başladı ama. İlk başta sis açılıyor kalkarız şimdi diye düşünerek ayrılmadım gate'in önünden. Daha sonra zaten kalksak da İstanbul'a inemeyeceğiz, o yüzden kalkmaz diyerek kalktım ve kafelerin birine doğru yöneldim. Bu arada uçaklar inip kalkmaya başladı havaalanından. Ama hala İstanbul uçuşları gecikmiş olarak beklemekteydi.

Kafenin önünde beklerken Gökhan çıkageldi. O da Frankfurt'a uçacakmış, ne yapsam diye düşünüyordu. Uçuşların ertelenme ihtimali üzerinde konuştuk. Kendi durumumuzla dalga geçtik biraz. Biraz paniktik ikimizde ama bir şekilde uçuşlar kalkar gideriz diye düşünüyorduk.

Saat 9:30 gibi işin tahmin ettiğimizden ciddi olduğunu anlatan ilk olay oldu. Bir görevli gelip Sabiha Gökçen havalimanına gidecek yolcuların dilerlerse Atatürk'e giden uçaklara aktarılacaklarını söyledi. Tabi ilk olarak bağlantısı olan yolcular görevliye bağlantılarını sormaya başladılar. Görevli bazı sorulara "O bağlantı iptal edildi" diye cevap verince ilk panik başladı. Gökhan'ın uçuş da iptal edilenler arasındaydı. Yolcu kısmından çıkıp yeni bir bilet ayarlamak için satış noktasına gitti.

İyice stres bir şekilde beklemeye devam ettik. Saat 10:30 olduktan sonra artık İstanbul-Toronto uçağını yakalamanın tek yolunun uçağın iyice gecikmesi olduğunu anlamıştım. 11:00 gibi o ümit de kalmadı. İki görevli gate'e geldiler ve 12'ye kadar bağlantısı olan yolcuların bağlantıya yetişmelerini beklemediklerini, bu yolcuların biletlerini değiştirmeleri gerektiğini söylediler. Yine de bir ümit özellikle gösterdim uçuş kartımı, ama sonuç aynıydı.

İki şansımız vardı. Ya Ank-İst ve İst-X biletimizi birlikte başka bir güne değiştirecektik. Ya da İstanbul'a gidecektik, İst-X biletimizi değiştirecektik.

Ankara'daki evin doğalgaz tesisatındaki suyu boşaltmıştım. Telefonu, İnterneti ve Kablo TV'yi kapattırmıştım. Ankara'da kalsam halledemediğim işleri halletme şansım da yoktu hafta sonu olduğundan. İstanbul'da Neslihan'ı, Gültekin'i, İsmet'i ve diğer sevdiklerimi de gitmeden görememiştim. İstanbul'a gitmeye karar verdim. Nereden bileyim bunun da hata olduğunu.

Bilet satışa gittim. Ankara terminalini bilenler için bilet satış girişin olduğu duvarında terminalin. Sıra ise check-in masalarına kadar uzuyordu nerdeyse. Herkesin sinirler gerilmiş, herkes dokunsan uçan adam gibi uçacak.

Sıranın gelmesi iki saat sürdü. Bu esnada beni aktardıkları Ank-İst uçağı ve diğer İstanbul uçaklarının bazıları yolcu kabul etmeye başladılar. Bir an düşündüm sırayı bırakıp gitsem mi diye de madem bana böyle dediler, dediklerini yapayım dedim. Zaten acelem de yoktu İstanbul'a gitmek için, Neslihan işteydi. Benim uçuş uzun bir süre yolcu kabul ettikten sonra kapı kapandı ve gitti.

Yine sıradayken yan taraftaki Pegasus bilet satışta da benzer bir sıra vardı. Ve en son lisede kantinden döner almak için girdiğim tipte bir tezgah izdihamı. Bizim sıra da pek aşağı kalmıyordu. Aradan girmeye çalışanlar mı ararsınız, bunları takip ve tespit etmeyi görev bellemiş teyzeler mi. Bir yabancı sonunda "Securiiiiitiiiiii" diye bağırdı bile, sinirler ne hale gelmiş anlayın. Tabi güvenliğin tek yaptığı uzaktan "Ne diyo la bu" bakışı atmaktı. Adam yazık yabancı bir havalanı sanmış tabi burayı.

Saat artık 12:00 civarına gelmişti. Hiç bir şey yememiştim geceden beri. Bir ara bayılacağım sandım.

Neyse sonunda sıra geldi. O ana kadar görevlilere kızmamaya çalıştım zira inanılmaz bir stres altında ellerinden geleni yapmaya çalıştıkları belliydi. İlk önce bana Chicago aktarmalı bir Toronto bileti ayarlamaya çalıştı görevli. Dedim ona gidebilsem ben Calgary'e giderim zaten. Vize durumunu anlattım. Onun üzerinde pazartesi günkü İstanbul-Toronto uçağına aktardı beni. "Bavullarınızı da aşağıdan alabilirsiniz" diyince ben uyandım, kadına bir şey söylemeyince Ankara-İstanbul biletini de pazartesiye atmıştı. Özür diledim ve o gün gitmek istediğimi söyledim. Düzeltti, yeni bir boarding pass verdi. Bavulları almama gerek olmadığını yeni uçağa aktarılacağını söyledi.

Boarding pass'e bakınca uçuş numarasının değişmediğini, ben sıradayken giden uçağın uçuş numarası olduğunu gördüm. Kadına "E bu uçak gitti!?!" dedim. Aldığım cevap "Siz bakmayın panolara, gate'e gidin bekleyin" oldu.

Gittim gate'e. Önce bir kurovasan ve börek ile brunch yaptım kendi çapımda. Daha sonra tekrar gate önünde beklemeye başladım. Panolarda bana verdikleri uçuş numarası ile ilgili bir şey yoktu hala.

Birazdan bir tezgah daha kuruldu gate'in önünde. Hangi uçak hangi gate'den ne zaman kalkacak iyice karışmıştı ve iki görevli tek tek ayarlama yapmaya çalışıyorlardı. Biraz uğraştan sonra derdimi anlatabildim görevlilerin birine. Böyle bir uçuş var mı diye sordum, "Yok da öyle bir uçuş.... " diye başladı cümleye yığılıp kalıyordum nerdeyse.

23 Kasım 2009

Ankara Calgary 1

Bloga yazacağım bir sonraki yazı güya sinema beğenisi üzerine olacaktı. Hande tembih etmişti Calgary izlenimlerini gidince hemen, gerekirse fotoraflarla yazmaya başlamamı. Kaderin cilvesi öyle de oldu. Bu yazı gelişmişlik ölçütünün insanların olağandışı durumlarda yaşadıkları olduğuna dairdir.

Bilmeyenler için herşey bir seneliğine Calgary'e gitmek için bir fırsat çıkmasıyla başladı. Olayın bilimsel, teknik, duygusal yönlerini bilahare yazarım. Ama bu kadarıyla bile bir seneliğine okyanusun ötesine taşınmak bir olaydı.

Calgary'e uçak bileti aramaya başlamam Eylül ortalarına denk gelir. İlk darbe tek yön bilet almanın nerdeyse imkansız olduğunu öğrenmemle geldi.

Aynı zamanlarda vize başvurumla ilgili elçilikten arandım ve vize vermek için beni uygun gördüklerini ama çalışma izni almam için bana gönderilen davetin yeterli olmadığını öğrendim.

İkinci darbe de Calgary'e normalde verilen bağlantının Chicago üzerinden olduğunu öğrenmemle geldi. Amerika bir iki senedir transit yolculardan da vize istiyor ve zaten Kanada vizesi işinin belirsizliğe girdiği bir durumda Amerika vizesi almama bağlı olan bir uçak biletini almak istemedim.

Bunun üzerine ben de bu hikayedeki en büyük hatam olan hareketi yaptım ve "Ya Türk Hava Yolları Toronto'ya gitmeye başladı, bari Toronto üzerinden gideyim" diyerek Toronto-Calgary bileti bakmaya başladım. $99 CAD'a bir Toronto-Calgary bileti bulmam ve bu biletin aynı gece biten bir indirimin eseri olduğunu anlamamla birden işler hız kazandı.

$99 CAD'lı Toronto-Calgary bileti'ni en kötü sadece $100 CAD'ımın yanacağını düşünerek satın aldım ve THY'den de bir Ankara-İstanbul-Toronto bileti ayırttırdım. Toronto-Calgary biletini Internet'ten kendim aldığımdan biletler bağlantısız oluyordu. Bu beni biraz - belli ki yeterince değil - korkuttu ve Toronto-Calgary biletini Ankara-İstanbul-Toronto biletinden bir gün sonraya aldım.

Bir gece Toronto'da kalmak zor gibiydi ilk başta. En ucuz görünen ve havaalanına yakın otelde $70 CAD'a yer buldum. Her şey iyi gidiyordu. $200 CAD civarı bir paraya seyahatin Kanada kısmını karşılayacaktım.

Bu noktada aslında ikinci hatamı yaptım. Artık tek yön bilet bakmıyordum, gidiş dönüş bileti almaya karar vermiştim. Öyle olunca başka seçeneklerim de olabilirdi, transit vize istemeyen bir Avrupa ülkesinden Air France ile direk Calgary'e uçmak gibi. Ama nedense Toronto biletine kitlendim biraz. Sanırım hem WestJet'in ucuz bileti cazip geliyordu hem de yabancı ülkede ne şekilde olsun aktarma yapmak istemiyordum.

Vize probleminin çözülmesi neredeyse bir ayımı aldı. Elçilik çok yardımcı olmaya çalıştı, genelde elçiliklerle yaşadığım tecrübelerin tersine. Calgary'deki hocam Reda hoca 2. bir davet mektubu yazdı, daha sonra 3. bir davet mektubu yazdı ve en sonunda vizem ve çalışma iznimi aldığıma dair bir belge elime ulaştı.

Ayırtığım biletler vizemin elime ulaşmasından 6 gün sonrayaydı ve ben bir iki haftadır çalışma iznindeki belirsizlikten dolayı hazırlanmayı bırakmıştım. Ne yapabileceğimi düşündüm ve 15 günden biraz fazla bir hazırlanma süresi tanıyı kendime 21 Kasım'ı gitme tarihi olarak belirledim.

Ankara-İstanbul-Toronto biletinin fiyatı ilk ayırttığım bilete göre bir 50 € kadar artmıştı. Çok problem değildi tabi. WestJet'in indirimi bitmişti ve $179 CAD'a çıkmıştı Toronto-Calgary ama o da çok dert değildi. $70'lı otele rezervasyon yapmak için bakarken otelin aslında dandik bir otel olduğunu anladım. Yakın bir fiyata havalanına beleş servis yapan Hilton otelini görünce dedim ki şanslıyım.

Plan güzeldi Ankara'dan 9'da uçağa binip 10'da İstanbul'a inecektim. 11:30 da İstanbul'dan kalkıp 16:00 da Toronto'ya inecektim. Gümrük işlerimi halledip otelin servisiyle otele gidip güzel bir uyku çekecek, sabah bir kahvaltı edecek ve saat 11:30 da tekrar uçağa binip oğlen 1 gibi Calgary'e gelecektim.

2 hafta boyunca hazırlandım. Taşınma psikolojisi çok tuhaf bir şeymiş. Bir yandan sevdigim insanlar durmadan "Gitmeee" diyorlar. Bir yandan yapılacak yüzlerce iş var. Yok bavulun boyutu mu önemlidir ağırlığı mı, yok telefon nerden kapatılır, yok havalanına nası gideceğim derken geldi çattı 21 Kasım.

Sabah 7:00'de 2 tane kocaman bavulum, her ihtimale karşı bavullarda problem olur diye bir tane boş küçük bavul, amcam, yengem, Emin abi ve ben çıktık evden ve havalanına doğru yola çıktık. Yolda yer yer sis vardı ama hava genelde güzeldi. O anda aklımdan bile geçirmedim sisin nasıl bana hayatı zindan edeceğini.

7:40 gibi havaalanına vardık. Amcam ve Emin abi arabayı park ederken yengemle birlikte bavulları sürükleyerek check-in sırasına girdik. O anki en büyük korkum bavuların ağır ya da büyük olduğunu söyleyip para istemeleri ya da uçağa almayız demeleriydi. Görevli bavulların etiketlerini yapıştırıp gönderdiği zaman rahat bir nefes aldım. Görevliye sordum "Toronto'da alacağım bavullar değil mi?" Aldığım cevap yaşayacaklarımı özetliyordu, "Gidebilirseniz alırsınız tabi."

İlk kötü belirti uçuş numarasının değişmesiydi. Anlayamadım önce. Zaten İstanbul'da anca dış hatlara geçip pasaporttan geçecek kadar vaktim vardı. Beni daha sonraki bir uçuşa vermiş olmaları bu açıdan imkansızdı. Bir önceki uçuşa vermeleri de anlamsızdı. Bu şekilde kavrayamamış bir halde vedalaştım amcamlarla ve yolcu bölgesine geçtim. Bir şeylerin ters gittiğini kavramıştık, amcamlar da bekleyeceklerini söylediler.

Yolcu bölgesine girip de gate'e gittiğimde sürpriz ile karşılaştım: Pist sisten görünmüyordu bile.