26 Kasım 2009

Ankara Calgary 4

Bavullardan ümidi kesince aldığım bavul taşıma arabasını bıraktım. Türk Hava Yolları'nın kayıp bagaj kısmına ilerledim. Kayıp bagaj kısmında hemencecik birine sorup bagajımı bulmayı beklemiyordum tabi. Ama böyle bir kaos da beklemiyordum.

Üç tane gişe kılıklı yaklaşma yerinin ve 4-5 görevlinin olduğu kayıp bagaj bölümünde ve önünde yaklaşık bir 40 kişi vardı ve bu sayı asla azalmıyordu. Görevliler tepkisiz hale gelmişlerdi yoğunluktan sersemleyerek.

Yoğunluğun en temel sebebi benim gibi bavul kaybedenler değil de o günkü deyimle "Uçamayanlar" dı. Öğleden önce iç hat seferleri Ankara'daki gibi gecikmişti fakat öğleden sonra iç hat seferlerini iptal etmeye başlamışlardı. Havalanına gelip de iç hat seferi için bagajını check-in'de veren yolcular 1-2 saat bekledikten sonra uçuşlarının iptal edildiğini öğrenip iç hatlar bagaj alım kısmına yönlenmişlerdi. Tabi benimki gibi biraz olağan dışı durumu olan bagajları bile kaybeden THY'nin bu insanların bagajlarını kolayca kendilerine geri vermesinin mümkün olmadığı belliydi.

Neslihan geldi bir süre sonra güya bana bavulları götürmede yardım etmeye. Tabi ortada bavul olmadığından oturup benim dolanmamı bekledi daha çok. Yaklaşık 1 saat boyunca kayıp bagaj kısmına gittim, izdiham arasından geçip de adamlara derdimi anlatmaya çalıştım, ama mesafe kaydedemeyince dönüp bir umut diyerek tekrar bagaj bantlarına bakmaya gittim.

Bayağı renkliydi ortam, tam Levent Kırca'lıktı. "Ya kalkmayan uçağın bavulu nasıl kaybolur" diye çıkışanlar, "Yarın maç yönetecez Adana'da bavulumuzu bul kardeşim" diye lafa giren takım elbiseli hakemler, "Ne var biz de maç yöneteceğiz Malatya'da" diye altta kalkmayanlar, bağıranlar çağıranlar, "Oğlum yurtdışına gidiyor siz bagajlarını kaybettiniz" diye ağlayan yaşlı adamlar.

Bir saatin sonunda en sonunda görevlilerden biri benim kayıtlara bilgisayardan ulaştı, aradan bir 10 dakika geçtikten sonra da "Kardeş senin bavulun kesin dış hatlara gitmiştir. Sen oranın kayıp eşyasına git" diye bir yorumda bulundu.

Peki dedik. Dış hatlara doğru yola çıktık. Dış hatlar kayıp eşya bölümünün şöyle bir durumu var, gümrüğün içerisinde. Bu yüzden şöyle bir sistem kurulmuş, dış hatlar terminalinin danışma kısmında iki telefon var. Buradan değişik hava yollarının kayıp eşya bölümlerinin telefonlarını arayabiliyorsunuz. Olması gereken, bir görevlinin telefonu açması, sizin ona kayıp bavulunuzu bulmak için görüşmek istediğinizi söylemeniz, onun da gümrük dışına çıkması, sizi alıp personel girişinden gümrüklü alana geçirmesi. Tabi bu izdihamda bunu yapmak pek de kolay değildi.

Türk Hava Yolları kayıp eşya bölümünün telefonu ya meşgul çalıyordu, ya da cevap vermiyordu. Anladım ki arada rastgele telefonu açıyorlar, onun dışında oradaki insanlarla ilgilenmeye çalışıyorlar. Yaklaşık yarım saat bekledik telefonların yanında birinin gelip de bizi alması umuduyla. Giderek kalabalık arttı. Sonunda bir adamın gaz vermesiyle gümrük çıkışına gidip polise bizi içeri sokmasını rica ettik. Tabi rica ettik değil pek bir iki saniye sonra gaz verici abi biriyle yumruklaşmaya başlamıştı gümrük çıkışında.

İçimden küfredip çıktım gümrükten. Biraz daha bekledim. Bir görevli geldi bizi binbir zorlukla içeri soktu. Orada görevli polislerin davranışları gerçekten takdire şayandı. Bizim gibi bavullarını kaybetmiş azılı yolcuların gümrüğe girmesini zorlaştırarak bir kez daha kazandıkları parayı son kuruşuna kadar hakettiklerini gösterdiler.

Gümrükten içeri girince de ayrı bir hikaye vardı. Kayıp eşya bürosuna gidince durumun vehameti artık iyice ortaya çıktı. O gün uçan, uçamayan neredeyse tüm yolcuların bavulları kaybolmuştu. Kimi şansı yardım etmiş de bavulunu bulmuştu, kimi ise aynı derecede şanslı değildi.

Bir süre derdimi birilerine anlatmaya çalıştım. Oradan da benzer bir cevap aldım, "Bavulun buradadır kesin" Ama acaba neredeydi... "Sen en iyisi yarın gel" dediler. Ortamın daha rahatlayıp bavulların ortaya çıkacağını umuyorlardı. Biraz iyimserlerdi ama peki dedim. 8:15 gibi İstanbul havalanından ayrıldım.

Neslihan sağolsun misafir etti beni, zaten biraz internete girip bir bira içip sızdım. Sızmadan önce Toronto-Calgary biletimi alsam mı diye düşündüm ama ertesi gün olacaklara göre davranmaya karar verdim son olarak.

Ertesi sabah kalktım ve havalanına yollandım tekrar. Herşey aslında bir gece öncenin son kısmının tekrarıydı. Dış hatlar gümrüğe girmeye çalıştım bir süre. Pek farklı değildi durum dün akşamdan. Dün akşam bir miktar insan problemlerini çözüp havaalanından ayrılmıştı ama bir grup da benim gibi "Buguün git yarın gel" olayına girmişti. Başka bir grup da gece ya da sabah inmişlerdi hava alanına ve benim bir gün önce olduğum konumdaydılar.

Dış hatlar kayıp eşyaya girince durumda hiç bir değişiklik de olmadığını anladım. Sisten dolayı aksaklıkların başlamasından 24 saat geçmişti ama hala binlerce bavulun karışmış olduğunu söylüyorlardı çekingen bir şekilde Türk Haval Yolları görevlileri. Hala bir tane üst düzey insan, bir tan kriz için atılan adım, hiç bir şey yoktu. Türk Hava Yolları yeterince zaman geçtikten sonra herşeyin yoluna gireceğini umuyordu.

Önceki akşama benzer bir şekilde derdimi anlattım, benzer bir cevap aldım. Ama artık kimsede sonraki güne de bu problemin çözülebileceğine dair umut yoktu. Bana tutanak tutturmamı söylediler.

Yaklaşık 24 saat sonra kaybolan bavullar ile ilgili resmi kayıp tutanağı tutuldu. Bavulların büyük ihtimalle İstanbul'da bir yerlerde, az bir ihtimalle de Ankara'da olduğunu düşünüyorduk. Bana Ankara, İstanbul ve Toronto kayıp eşya bürolarının telefonlarını verdiler.

Tabi olayın yeni bir boyutu vardı. Ben Toronto'dan da Calgary'e gidecektim ve bavulları oraya göndermeleri lazımdı ama adres veremiyordum. Görevliye bunu açıkladım. Kayıp tutanağına adres olarak Toronto Havalanı yazıldı. Daha sonra havalanı ile görüşerek bavullarımı göndertmem gerekeceğini söylediler. Burda sanırım kadına kızmam lazımdı biraz. Ama önceki günden beri gördüğüm en aklı başında ve ne yaptığını bilen insan olduğundan kızamadım da. Daha sonra adres bildiriminde bulunabileceğimi düşünerek ayrıldım kayıp eşya bürosundan.

Çıkına Toronto-Calgary biletini bir sonraki aksam 9:00'a aldım. Otele de para vermek istemiyordum artık. Acaba gitmesem mi diye bir düşünce de düşmüştü aklıma ama gitmemek de bir çözüm değildi. İstanbul'da kalmak ile Calgary'e gitmek arasında hiç bir fark yoktu. Bir sırt çantasıyla gidecektim dünyanın öbür ucuna.

O günün kalanını İstanbulu gezerek geçirdim. Önce Beyazıt'a gidip Gültekin ile bir yerde oturduk bir süre. Sonra da Caddebostan'a geçtik. İsmet geldi, Neslihan işlerini bitirip geldi. Gece 11:00 gibi eve döndük Neslihan'la. Bir duş aldım, kayıp eşya bölümünü aradım, bir gelişme olmadığı cevabını aldım, ve yattım.

Sabah kalkınca erkenden havalanına gittim. Uçağım 11:30'daydı ama belki bavullar ile ilgili bir gelişme olabileceğini umuyordum. Havalanına gidince aradım tekrar, bir gelişme yoktu. Check-in'den geçtim. Check-in'deki badem bıyıklı Edi ile Büdü kılıklı iki salak "Ya Toronto neresi ki?","Kanada için özel güvenlik kontrolünden geçmeniz lazım sanki","Sormak için arıyoz da cevap vermiyorlar, neyse en kötü sınırdışı ederler Kanada'dan" gibi gerzekçe laflar ettiler ama artık pek bişi sinirimi bozamazdı. Sonradan keşke hıncımı bu ikisinden çıkarsaydım diye düşündüm de geçmişti artık.

Pasaport kontrolünden geçip gümrüğe girdim ve bir kahvaltı ettim. Daha sonra yavaş yavaş gate'e gittim. Uçağa girmeden önce son bir kez aradım kayıp eşya bölümünü ama gelişme yoktu. Bir sırt çantası ile Toronto uçağına bindim, dünyanın öbür ucuna gitmek üzere.

Hiç yorum yok: