26 Kasım 2009

Ankara Calgary 3

Tek karışıklık benim biletimde değildi. Onlarca kişinin biletlerinde karışıklık vardı. Sabiha Gökçen uçuşları hala kalkmıyordu, bu uçuşlara bileti olan insanlar diğer uçuşlara geçmeye çalışıyorlardı. Gate'deki görevli bana verilen print-out boarding pass'ı aldı ve bilgisayardan bir şeyler yaparak beni ilk kalkacak İstanbul uçağına transfer ettiğini söyledi. Boarding pass'daki uçuş no ve koltuk numarasını tükenmez kalmele değiştirdi.

Tam ayrılırken oradan "Bagajlarım ne olacak?" diye sordum. "Bagajınız mı vardı?" dedi. "Evet. Toronto'ya aktarılacaktı güya ama Toronto uçuşum pazartesi" dedim. Telefon açtı. Birini aradı. Telefondaki kişiye "TK109 Erdoğdu'nın bagajlarını al, manuel iç hatlar ve TK125 etiketi vur, TK125'e yükle" dedi. Telefonu kapattı bana "Tamam, halloldu" dedi.

Sabahtan beri ilk defa biraz rahatladım hem, ayrıca ilk defa sonrasını düşünmeye başladım. Pazar günü Toronto'dan Calgary'e aldığım bilet yanmıştı. Cumartesi gecesi için satın aldığım otel odası da. Biletimin bağlantısız olması başıma iş acacak gibiydi. Toronto-Calgary biletini değiştirmem mümkün değildi, ertelenen uçuşa bağlantılı olmadığından. Hemen bir saatlik Internet satın alıp bilet fiyatlarına baktım ve $179 a aldığım biletin $300 civarına çıktığını gördüm. Yapacak bir şey yoktu. Yeni bir bilet alacaktım.

Başka bir sorun bileti ne zamana alacağımdı. Cumartesi gece otele gitmek yerine şimdi de pazartesi gece mi otele gidecektim, ya da cumartesi gece direk Calgary'e mi gidecektim? Otel fiyatlarının da $100 üzerine çıktığını gördüm, ama bir yandan da o ana kadar olan tecrübem bana pazartesi de geç kalacağımı söylüyordu.

Saat 14:30 gibi uçağa alınmaya başladık. Güya dünyanın öbür ucuna uçacaktım ama İstanbul uçağına anca bilmiştim 7:30 saatte. Metin Uca'nın gelip de iki yanıma oturmasıyla daha da bir renklendi ortam. Dedim, "Nassınız sayın cumhur-u reisim?"...

Bir miktar bekledikten sonra uçak kalktı. Tabi bu kadar şeyden sonra normal bir uçuş olmasını da beklemiyorduk uçuşun. Bolu'dan itibaren tüm vadiler sis altındaydı. Durumun vehameti daha iyi görünüyordu havadan. Sapanca'ya geldiğimizde tüm batı ufku bir sis kütlesiydi sadece. Güneye doğru döndü uçak. "Sıçtık" dedim içimden. İzmir'e gidiyoruz herhalde diye düşündüm.

Biraz sonra kaptan anons yaptı, İstanbul tüm gecikmelerden dolayı çok kalabalıktı ve sıra bekleyecektik, bunun için de 15 dk. kadar dönecektik. 15:30 dan önce iniş beklenmiyordu.

Dönme çok da alışık olmadığım bir şeydi, ama dönerken üstümüzden altımızdan sürekli uçakların geçmesi hiç mi hiç alışık olmadığım bir şeydi. Tedirgin olmadım desem yalan olur. Metin Uca kadar sakin olabilseydim keşke, adam vurdu kafayı uyudu.

Bir 15 dk. döndükten sonra ikinci bir anons 20 dk. daha döneceğimizi söyledi. Homurdanmalar yükseldi biraz ama ne yapacaktık ki.

Saat 16:30 gibi İstanbul Atatürk havalanına indik. İndik tabi de nasıl bir inişti anlamadım, anlamak da istemiyorum. Tüm İstanbul sis kaplıydı. Daldık sisin ortasına ve bir anda Bakırköy sahil yolunun üstünden geçip piste dokunduk. Ya bilgisayar destekli indik, ya da kaptan ezberlemişti inişi, ikisi de bravo denilecek şeyler.

İstanbul'a indiğim anda sabahtan beri yaşadıklarımın sadece preview olduğunu anlamam çok uzun sürmedi. Hava çok kötüydü. Her yerde terkedilmiş ağızlarına kadar dolu bavul carrier'ları vardı. Bizi terminale götürecek otobüse bindik. Terminale gelip de bagaj alma bölümüne girdiğimde yavaşca o ana kadar hiç bir şey görüp yaşamadığımı anladım.

İlk anda heyecanla hemen bir bagaj arabası aldım 1 ytl takıp. İlk bagaj bandının önünde beklemeye başladım. Bir miktar bagaj geldi. Benimki çıkmadı aralarından. Bir süre bekledim. Sonra belki karışıklık vardır diye bir sonraki banda gittim.

Bir sonraki bantta bir miktar bagaj dönüp duruyordu, Bir miktar insan da bagaj bekliyordu. Bir kan uyuşmazlığı olduğu kesindi.

Daha sonraki bantlarda durumun vehameti üstel bir şekilde arttı aniden. İkinci bandın durumuna benzer bir durum vardı. Bagajlar dönüyordu, insanlar bekliyordu. Fakat ikinci bagajdan farklı olarak sürekli yeni bagaj geliyordu. Arada bir bagajlar bandı tıkıyorlardı. Görevli mi vatandaş mı olduğunu anlayamadığım biri acil durdurma butonuna basıp bir miktar bagajı bandın yanına indirdikten sonra tekrar bandı başlatıyordu ve döngü devam ediyordu.

Bagaj kısmının öbür ucuna vardığımda zaten gözlerime inanamadım. Bu son iki bagaj bandından indirilen bagajlardan oluşan bir dağ vardı ortada. Ayrıca duvar diplerinde onlarca bagaj öyle sahipsiz bekliyordu.

Saat 17:30 gibi kesinlikle emin oldum, bagajlarım kaybolmuştu.

Hiç yorum yok: