20 Mart 2010

Türkiye'de Hukuk

Bu hafta yaşanan dört olay var Türkiye'de uzaktan takip ettiğim. Belki ortak özellik az. Ama bana aynı şeyi hissettirdiler nedense.

Pazar Günü...

İstanbul'da oynanan İstanbul Büyükşehir Belediyespor - Diyarbakırspor maçı taraftarın sahaya girmesinden dolayı yarıda kaldı. Ligin ilk devresinde Bursa'da oynanan Bursaspor - Diyarbakırspor maçında başlayan gerginlik bir önceki hafta Diyarbakırspor - Bursaspor maçında zirveye ulaşmış ve bu maç da yarıda kalmıştı. Türkiye Futbol Federasyonu Diyarbakır-Bursaspor maçı ile ilgili kararını henüz vermemişti ama Diyarbakırspor'un hükmen mağlup olması bekleniyordu. Aynı olayın ikinci defa tekrarlanmasıyla Diyarbakırspor küme düşme tehlikesi ile karşı karşıya kaldı.


Pazar Günü...

İstanbul'da oynanan Galatasaray-Ankaragücü maçı sırasında tribünde büyük bir kavga çıktı. Bir taraftar tribünde başka bir taraftarı polis kamerasına da yansıyan görüntülerde tekme tokat dövdü. Dövülen taraftar daha sonra tribünden yaklaşık 20-30 m. lik bir yükseklikten aşağı düştü. Ağır yaralanan taraftar hayati tehlike yaşamadı. Olayın sebebinin taraftarın Beşiktaş'lı olması ve Galatasaray'a küfür etmesi olduğu iddia edildi. Taraftarın ağabeyi ise kardeşinin Galatasaray'lı olduğunu, siyah beyaz bir mont giyiyor diye dayak yediğini ve tribünden aşağı atıldığını açıkladı. Kavgaya karışan taraftar hakkında "kasten adam yaralamak" suçundan dava açıldı.


Salı Günü...

Türkiye Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu (Yarıda kalan maçları değerlendirip sonuca bağlamaya yetkili kurum) Diyarbakır-Bursaspor maçı ile ilgili kararını açıkladı. Diyarbakırspor hükmen yenik ilan edildi Karar Futbol Müsabaka Talimatı'nın 20. maddesi, 1.fıkrası, b bendine dayanıyordu. Yani:

Seyircilerin taşkın ve edebe aykırı hareketleri ile birlikte müsabakaya müdahaleleri
sonucunda müsabakaya devam edilmesi olanağının kalmaması, hallerinde
müsabakayı tatil ettiğini ilan eder. Bu hallerde TFF Yönetim Kurulu, ihlali
gerçekleştiren takımlardan birinin veya her ikisinin hükmen yenik sayılmasına ve
ayrıca olayın durumuna göre galibiyet halinde verilen puan kadar puan tenziline karar
verebilir. Eğer müsabaka eleme usulüne göre düzenlenmişse, takım bu
müsabakalardan ihraç edilir ve ertesi yıl aynı mahiyetteki müsabakalara katılamaz.
Play-Off sisteminde oynanan müsabakalarda ertesi yıl aynı mahiyetteki
müsabakalara katılamama kararı verilemez.

Bu karardan sonra Diyarbakırspor küme düşecek mi tartışmaları yoğunlaştı.

Çarşamba Günü...

ODTÜ'de öğrenciler Ankara Büyükşehir Belediyesinin toplu taşım konusundaki ücret politikasını protesto etmek için otobüslere bilet kullanmadan binme eylemi yaptılar. Otobüs şöförleri öğrencileri eylemden vazgeçmeleri için uyardı, eylem devam edince de kontak kapatıldı. EGO yetkilileri gelip olayı çözmeye çalıştı fakat eylem devam etti. Bunun üzerine polis yüzden fazla öğrenciyi gözaltına aldı. Öğrenciler ifadeleri alındıktan sonra herhangi bir suçlamada bulunulmadan serbest bırakıldılar. Melih Gökçek olay üzerine "olayların devam etmesi halinde üniversitelere EGO otobüsleri göndermeyeceğini" çok üzülerek (!) açıkladı. 

Çarşamba Günü...

Recep Tayyip Erdoğan Ermenistan ile Türkiye arasındaki ilişkiler ve çeşitli ülkelerin parlementolarında görüşülen Ermeni Soykırımı (pardon Sözde Ermeni Soykırımı) kınama tasarıları ile ilgili şu açıklamayı yaptı:

Ülkemde, 170 bin Ermeni var; bunların 70 bini benim vatandaşımdır. Ama yüz binini biz ülkemizde şu anda idare ediyoruz. E ne yapacağım ben yarın, gerekirse bu yüz binine hadi siz de memleketinize diyeceğim, bunu yapacağım. Niye? Benim vatandaşım değil bunlar. Ülkemde de tutmak zorunda değilim.

Perşembe Günü...

Türkiye Futbol Federasyonu Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu Galatasaray A.Ş.'ye Galatasaray-Ankaragücü maçında çıkan olaylar sebebiyle 100.000 TL para cezası verdi.

Cuma Günü...

Türkiye Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu, İstanbul Büyükşehir Belediyespor-Diyarbakırspor maçı ile ilgili kararını açıkladı. Karşılaşma tatil edildiği andaki sonucuyla tescil edildi. Karar Futbol Müsabaka Talimatı'nın 21. maddesine dayandırılıyordu. Yani:

TFF, 20. maddede belirtilen hallerin dışında ortaya çıkan zorlayıcı sebepler
dolayısıyla müsabakanın yarıda kalması halinde ise yarıda kalan müsabakanın başka
bir günde yarım kaldığı andaki şartlarla tamamlanmasına, yeniden oynanmasına
veya müsabakanın yarıda kaldığı andaki sonucu ile tescil edilmesine karar verir.

 20. maddeyi de bir daha baştan sonra aktaracak olursam:

Müsabaka hakemi;
a) Müsabakanın, kulübün futbolcusu, yöneticisi, teknik adamları ile diğer kişilerin ayrı
ayrı veya birlikte hakeme veya rakip takım futbolcu ve mensuplarına fiili eylemde
bulunmaları, kavgaya sebebiyet vermeleri ve bu eylemleri dolayısıyla müsabakaya
devam edilmesi olanağının kalmaması,
b) Seyircilerin taşkın ve edebe aykırı hareketleri ile birlikte müsabakaya müdahaleleri
sonucunda müsabakaya devam edilmesi olanağının kalmaması, hallerinde
müsabakayı tatil ettiğini ilan eder. Bu hallerde TFF Yönetim Kurulu, ihlali
gerçekleştiren takımlardan birinin veya her ikisinin hükmen yenik sayılmasına ve
ayrıca olayın durumuna göre galibiyet halinde verilen puan kadar puan tenziline karar
verebilir. Eğer müsabaka eleme usulüne göre düzenlenmişse, takım bu
müsabakalardan ihraç edilir ve ertesi yıl aynı mahiyetteki müsabakalara katılamaz.
Play-Off sisteminde oynanan müsabakalarda ertesi yıl aynı mahiyetteki
müsabakalara katılamama kararı verilemez.
(2) TFF Yönetim Kurulu, 1. fıkrada öngörülen tüm durumlarla ilgili olarak karar verirken,
müsabakanın hakemlerinin, gözlemcilerinin, temsilcilerinin, Merkez Hakem Kurulu ve
Temsilciler Kurulu Üyelerinin, Disiplin Müfettişlerinin ve ilgililerin raporlarını ve her
türlü delili göz önünde bulundurur.
(3) TFF Yönetim Kurulu, yaptığı değerlendirmede, maçın tatil kararlarını uygun
görmediği takdirde, maçın tekrarlanmasını veya yarıda kaldığı anki sonucu ile tescil
olunmasına karar verebilir.
(4) Bu maddede belirtilen sebeplerle aynı sezonda ikinci kez müsabakanın
tamamlanamamasına sebebiyet veren takımlar, bulunduğu sezonda müsabakalardan
çıkarılarak, bir alt lige düşürülür ve bu takımla müsabakası olan takımlar müsabaka
yapmaksızın hükmen galip sayılırlar. Bu durumda olan takımların takip eden sezonda
müsabakalara alınıp, alınmaması konusunda TFF Yönetim Kurulu karar verir. Alt lig
bulunmaması halinde kulüpler bir yıl(sezon) müsabakalara alınmazlar.

Şimdi ben hukukçu değilim. Ama bu olaylar hakkında kafamda aynı sorular dönüp duruyor:

Diyarbakırspor'un oynadığı iki maçta yaklaşık aynı olaylar yaşanırken nasıl oluyor da Türkiye Futbol Federasyonu iki ayrı karar verebiliyor?

İ.B.B.-Diyarbakırspor maçı ile ilgili verilen kararda atfedilen 21. madde maçın "Seyircilerin taşkın ve edebe aykırı hareketleri ile birlikte müsabakaya müdahaleleri" durumu dışındaki durumları düzenliyor. Türkiye Futbol Federasyonu nasıl oluyor da bu maddeyi İ.B.B.-Diyarbakırspor maçı ile ilgili karar vermek için kullanabiliyor?

Galatasaray klübüne para cezası verilmesinin, saha kapatma veya seyircisiz oynama cezası verilmemesinin altında yatan sebep nedir? Türkiye Futbol Federasyonu Beşiktaş ve Fenerbahçe klüplerine daha önce sahalarında tribünde ya da saha dışında meydana gelen benzer olaylar ( İstanbul İnönü Stadyumunda bir Beşiktaş maçında tribünde çıkan ve bir taraftarın ölümüyle sonuçlanan olay, İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadyumu çevresinde bir Fenerbahçe maçı esnasında çıkan ve bir taraftarın yaralanmasıyla sonuçlanan olay) ile ilgili futbolu şiddetten arındırmak maksadıyla klüplere saha kapatma cezaları vermişti. Bu maçtaki olaylar futbol şiddeti kapsamına girmiyor mu?

Melih Gökçek ya da Ankara Büyükşehir Belediyesi istediği yere toplutaşım hizmetini istediği zaman kesme yetkisine sahip midir? Toplutaşım belediye tarafından ücret karşılığında ve keyfi oalrak yapılıyorsa kamu hizmeti kapsamında sayarak yanılıyor muyuz?

Türkiye'de yüz bin kaçak Ermeni olduğu biliniyorsa, ve Türkiye istediği bu insanları sınırdışı edecek güce sahipse bu gücü niçin kullanmıyor? Bu insanların Türkiye'de kalıp kalmamaları çeşitli siyasi durumlara ya da Recep Tayyip Erdoğan'ın isteğine mi bağlıdır?

Aslında soruların hepsinin cevabını biliyoruz. Hukuk insanların ortak iyiliği için konulan ve kurumlar tarafından savunulan kurallar bütünüdür. Ama kurumlar kuralları savunamadıkları zaman ne olur? Futbol maçlarında bir yanlış karardan sorna arka arkaya yanlış kararlar veren hakemlere olan olur. Yanlış ve hukuksuz bir karardan sonra kurumların verdikleri kararlar hukuk çerçevesinden çıkar ve bir nevi huku dışı adalet kavramına dayanmaya başlar. Hukuk dışına çıkıldığı zaman da komedi başlar.

Ondan sonra Türkiye Futbol Federasyonu Diyarbakırspor'un alt lige düşmesinin siyasi boyutunu düşünerek kural kitabında yazan kurala gözünü kapatır (Not: Bu siyasal gerekçelerin ben de arkasındayım. Fakat hukuk pahasına değil)

Ondan sonra Türkiye Futbol Federasyonu futbol sahalarında şiddeti önlemeyi tribünden atılan taraftarın montu siyah beyaz olduğu için bir süre askıya alır.

Ondan sonra Melih Gökçek her sabah otobüs seferlerini baştan düzenletebilir.

Ondan sonra Recep Tayyip Erdoğan kafası kızması halinde görevi olan işleri yapmaya başlayacağına dair tehdit savurabilir. 

Bize ne kalır... Bize de Türkiye'de her an her şeyin olabileceğini, hukuk diye bir şeyin olmadığını idrak etmek.

Egemenlik kayıtsız şartsız kaosundur.

12 Mart 2010

Old Republic - New Champion?

Bugün Eurogamer'da EA'in mali işlerinde söz sahibi bir yöneticisinin bir açıklaması yer aldı. Özetle şöyle diyordu: "Old Republic EA tarihinin en pahalı oyunu olacak".


Bilmeyenler için Old Republic Star Wars evreninde, Old Republic döneminde bir MMORPG oyun. Bu dönem Bioware'in Star Wars: Knights of the Old Republic (I ve II) oyunları için yaratıldı. Maksat George Lucas'un son derece önem verdiği Star Wars tutarlılık denetimine çok fazla takılmadan özgün bir ortam yaratmaktı. Galaktik İmparatorluktan dört bin yıl önce geçen öykü Sith'in daha aktif olarak cumhuriyetin karşısında durduğu bir iç savaş ortamını anlatıyordu. Bioware EA tarafından satın alındıktan sonra Old Republic evreninde geçen bir MMORPG oyun yapacağı açıklandı, oyunun 2011 ilkbaharında piyasaya çıkması bekleniyor.

EA tarafından yapılan açıklama aslında kendi başına çok da ortalığı karıştıracak türde değil. Yani EA 2000'lerin başından beri bu piyasadaki en büyük oyuncu. Activision Blizzard,World of Warcraft ile 2008'i ciro olarak önde kapatsa da EA daha geniş oyun yelpazesi - bu yelpazedeki oyunların aslında bir seri üretim mantığı ile yapıldığını bilsek de- ve daha fazla oyuncuya hitap etmesiyle şirketsel anlamda hala en büyük. Ve en büyükten böyle iddialı bir açıklama duymak çok da şaşırtıcı değil.

Fakat EA'in bu açıklaması sadece iddialı bir açıklama olmanın ötesine geçip EA için bir değişimin de başlangıcı olacaksa bu değişim sektörü de değiştirecek. 

Elektronik eğlence sektöründe yapım maliyetlerinin artmaya başlaması 90'larda sektörün bir sanayi haline gelmesiyle eş zamanlı. Ama son on yılda bu artış azımsanamayak bir seviyeye ulaştı. Resmi olarak global elektronik eğlence sektörünün cirosu Hollywood'u geçti. En büyük yapım maliyetine sahip oyunlar listesine bakarsanız son 10 yılda yapılmamış bir oyun yok. 99-00 döneminde yapılan Final Fantasy IX ve Shenmue uzak doğudaki elektronik eğlence çılgınlığının canlı göstergesi olurken listede 3-4 tane de henüz çıkmamış oyun var. 

Tabi aslında sektörü büyük bir dönüşüme uğratan o üç oyun: World of Warcraft, Grand Theft Auto ve Call of Duty: Modern Warfare 2.

World of Warcraft 'ın şu anda Activision Blizzard'a en az ayda 50 milyon $ kazandırdığı sanılıyor. Buna karşın oyunun geliştirme maliyeti 50 ile 100 milyon $ arasında bir rakam olarak biliniyor, Blizzard asla resmi bir açıklama yapmasa da. Oyun piyasaya çıktıktan sonkari bakım ve geliştirme masraflarının 2008 yılına kadar 200 milyon $ olduğu biliniyor. 2008-2010 arasını da çok kötümser bir tahminle 100 milyon $ olarak hesaplasak bile oyunun toplam maliyeti 400 milyon doları anca buluyor. Oyunun bu maliyeti daha ilk senesinde amorti ettiğini bilmek biraz insanı şaşırtıyor. 

Grand Theft Auto 4'un 100 milyon $'lık maliyeti çok ses getirmişti. Ama şu andaki gidişat bu maliyetin anca sembolik olarak kalacağını çok yakın zamanda pabucun dama atılacağını söylüyor. Yine de GTA 4 açıkca 100 milyon $ maliyet açıklayan ve buna uygun bir pazarlama kampanyası ile piyasaya çıkan ilk oyundu.

CoD:MW2 ise ilk gününde 5 milyon, ve iki ay içinde bir milyar dolarlık satış yaparak inanılmaz bir hızlı satış rakamına ulaştı. Tabi CoD:MW2'nin bu performansı sürdürüp de en çok satan oyun olması zor görünüyor ama bir oyunun 2 ayda 1 milyar ciro yapması da bir ilk.


Yani baştaki konuya geri dönersek EA sektörün en büyüğü iken bunlar oldu sektörde. Ve bu işlerin hiç birinin altında EA imzası yok. EA'in en büyük olma hikayesi 16 milyon satan Sims serisi, her sene EA'e ciddi bir gelir getiren FIFA, NBA, NHL, NFL, vs. serileri, Need for Speed serisi, Medal of Honor serisi ve kimisi iyi kimisi rezalet, en iyisi Battle for the Middle Earth olan bir sürü filmin oyun uyarlaması ile anlatılabilir. Yani EA asla büyük oynayıp en iyiyi yapma iddiasında olmadı. 

Tabi bu durumun altında yatan ve çok da gözönünde olmayan bir sebep de EA'in daha çok dağıtıcı rolünde olması. EA Sports ve bazı EA uydu stüdyoları ta en baştan beri spor oyunları ve NFS serilerini geliştirdi ama uzun zaman bu EA'in bir geliştirici olarak yaptığı tek işti ve EA'in iyi iş çıkartmaktansa sürümden kazanmak felsefesi bu dönemde ortaya çıktı. Zira geniş dağıtım ağı ile bir oyunun tüm gelirini kara dönüştürüyorsanız çok da fazla büyük bir iş yapıp parsayı toplama derdinde olmuyordunuz. 

Daha sonra 2000'lerin başında EA'i en büyük konumuna getiren de arka arkaya satın aldığı geliştirici firmalardı. Westwood, Maxis, Bullfrog, Mythic ve bu yazıyı yazmama yol açan Bioware. EA bu firmaların bazılarını öldürdü, bazıları hala aktifler. Ama EA'in sürümden kazanma mantığı tüm satın alığı stüdyoların önünde kaldı hep. 

EA Bioware'i satın alınca bir çok kişi "Evil Empire yeni bir gezegeni ele geçirdi" yorumu yaptı. Bioware'in de yakında öleceğini düşünenlerdendim. Ama en azından şimdiye kadar yaşamaya devam etti Bioware. EA RPG ve MMORPG oyunlarından sorumlu yeni bir birim yaratıp bu birimi Bioware ve Mythic'den gelen personelin kontrolüne verdi. Ve bugün düşen açıklama. EA bu sefer büyük oynuyor bu kesin. Vivendi'nin ve birleşme sonrası Activision'ın Blizzard'a olan tutumlarının onlara nasıl büyük bir kar olarak döndüğü gerçeğine gözlerini kapayamadığını da söyleyebiliriz. 

Yine de biraz şüpheci davranmakta fayda var. Bir kere MMORPG piyasası EA'in hiç de alışık olmadığı zor bir piyasa. Yani 10-20 milyon maliyetle bir oyun yapıp bu oyunun 30-40 milyon kazanmasını ummaya alışmış bir firma EA. MMORPG piyasasında ise önemli olan tek şey tutunup tutunamayacağınız. Eğer tutunabilirseniz oyunu oynayan kitleyi peşinizden sürükleyebilirseniz ciddi gelirler elde etmek mümkün. Fakat bunu yapabilen şu ana kadar sadece Blizzard var. Uzak doğu kökenli MMORPG'ler o bölgede benzer başarılara imza atabiliyorlar ve zaman zaman Guild Wars gibi aylık abonelik ücreti olmamasının gücüyle dünyaya açılabiliyorlar. Ama bunlar dışında o kadar fazla da ölen örnek varki : Matrix Online, Star Wars Galaxies, Tabula Rasa. Ve ölmese bile World of Warcraft'ı zorlamayı şöyle bırakın 100,000 abone sınırını zar zor geçen bir sürü iddialı oyun. Lord of the Rings Online, City of Heroes/Villians, Age of Conan. EA tabi ki hedefi 200-300 bin olarak seçtiyse bu hedefe rahat ulaşır. Ama şu ana kadar gördüğümüz bir şey, MMORPG dünyasında oyunların çapı ne kadar küçükse o kadar kısa zamanda ölüyorlar. LotR Online'ın ayakta kalmasının tek sebebi iki ayda bir eklenen yeni içerikler, CoH/V Heroes-Villians stratejisi ile ilgi çekti ama geleceği belirsiz. AoC ise şu anda expansion'a bel bağlamış durumda. Expansion istenildiği gibi gitmezse AoC'da durdurulamaz bir düşüşe girebilir. 

MMORPG piyasasında ve oyun piyasasında durum böyleyken EA'in açıklaması bir acaba dedirtti. Ama işlerinin hiç de kolay olmadığı belli. Ve en önemlisi eğer dev bir yatırımla gerçekten çok iddialı bir oyunla gelip de World of Warcraft'a alternatif olurlarsa gerçekten Evil Empire halini alır mı EA. Göreceğiz.

6 Mart 2010

Calgary II

Geldikten sonra bölümü gittiğim yerleri Google Maps'de tabiri caizse çalışmaya başladım. Genelde yer yön bilgim iyidir ama buraya geldiğimde bir şaşırmıştım. 

İlk dikkatimi çeken tüm adreslerde kullanılan dört ara yöndü. Şehrin beş bölgeye ayrılmış kısaca, şehir merkezi, kuzeybatı, güneybatı, kuzeydoğu ve güneydoğu olarak. Adreslerde şehir merkezini de -nasıl ayırıyorlarsa- dörde ayırıyorlar, mesela şehrin göbeğinde yer alan Calgary Tower'ın adresi SW olarak görünüyor.

Kuzeybatıda ne var diye bakınca şehrin en büyük alışveriş merkezi Market Mall burada. Olympic Oval adı verilen olimpik sürat pateni salonu da bu tarafta. Tabi en önemlisi dükkan burada. University of Calgary kampüsü şehrin kuzey batısında, şehir merkezinden çok çok da uzak olmayan bir yerde.

Kuzeydoğuda havalanı, hayvanat bahçesi - mutlaka gitmem gerektiğine dair tavsiyeler aldığım- ve Sunridge Mall ile Marlborough Mall var. Marlborough Mall da Wallmart olması çekici kılıyor. Sunridge Mall'da da KFC.

Güneybatıda Chinook Center alışveriş merkezi ve Heritage Park yer alıyor. Heritage Park 19. yy. da 20. yy'ın ilk yıllarında Calgary'de hayatın nasıl olduğunun o zamandan kalma yapılar ile sergilendiği bir park.

Güneydoğuda ise Calgary'nin fuarı olarak görülebilecek Calgary Stempede'in yapıldığı Stempede Grounds, Calgary Flames'in sahası olan Pengrowth Saddledome ve bir iki tane daha spor kompleksi var. 

Aslında şehrin bu dört yanı da birbirine benziyor. Biraz üniversite kampüsünden dolayı kuzeybatıdaki Brentwood civarı farklı bir dokuda. Bir de Sunridge ve Marlborough Mall'lar birbirlerine yakınlar ve 2-3 tane daha ufak alışveriş merkezi ve market ile birlikte çok büyük bir alışveriş alanı yaratıyorlar, o bölgenin dokusu biraz farklı.

Şehrin büyüklüğü Ankara'ya çok yakın. Yani Ankara'nın da Calgary'nin de bir ucundan diğer ucuna gitmek bir satten biraz uzun bir süre alıyor. Ankara için Samsun asfaltı-Çayyolu arası biraz daha uzun sürer herhalde. Calgary'de de kuzey'den güneye gitmek daha uzun sürmekte. 

Şehir merkezinde 980 bin kişi, metropolitan alanda -yani banliyöleri de katarsak- 1 milyondan biraz fazla insan yaşıyor Calgary'de. Toronto ve Montreal'in ardından üçüncü büyük şehriyken Kanada'nın - Ottowa, Vancouver, Quebec City ve Edmonton'dan büyük- metropolitan alan açısından beşinci sırada. Bunun en büyük nedeni şehrin büyük bir hızla büyümesi. 1971 yılında 250 bin olan nüfusun 40 yılda milyona dayanmasının arkasında Calgary Oil Boom adı verilen petrol çılgınlığı yatıyor. Bu tip bir gelişim metropolitan alanın bir bütün olarak gelişmesine değil de şehir merkezinin büyük bir hızla büyümesine yol açmış. Şu anda şehir merkezinde yer alan bir çok mahalle daha önceleri birer banliyö kasabasıyken son 50 yılda şehrin içine katılmışlar. 

5 Mart 2010

Calgary I

Çok gezen mi çok okuyan mı bilir derler ya hani. Eğer bu sorunun cevabı çok gezen ise ben pek bir şey bilmiyorum demektir. O denli gezmeye tozmaya, yeni yerler tanımaya kapalı bir bünyem oldu hep. Ama bu şehri bir şekilde tanımak anlamak zorunda kaldım.

Calgary diye Google resim arama motorunda aratırsanız karşınıza şuna benzer resimler gelecek:

Külliyen yalan... Buraya gelmeden biraz kaynağından bilgi edinme şansım olduğundan zaten böyle bir şey ile karşılaşmayacağımı biliyordum. Ama yine de bu tezat çok ilgimi çekti. 

Resim Photoshop filan değil onu belirteyim. Gerçekten böyle bir görüntü var şehirde. Ama bu görüntünün bir benzerini başka bir yerden, ya da yılın her mevzimi yakalamanız biraz zor. Bu resim bir nevi outlier yani (geldik buraya Data Mining filan ilgileniyoz gösterelim değil mi) Ankara'da sadece Atakule ve Kuğulu Park'ı alan bir resim ne kadar gerçek dokuyu yansıtırsa bu resim de anca o kadar gerçek.

Calgary aslında şöyle bir şehir:


Bu resim hem iklimi, hem şehrin genel görünümünü hem de dokusunu çok güzel özetliyor. 

Yukarıdaki ilk resimdeki uzun binaların olduğu bölge şehir merkezi. Şehir Bow Nehri'nin tatlı bir kıvrım yarattığı bir noktaya kurulmuş. Yani bu uzun binaların olduğu kısmın üç tarafı nehir. Batıdan gelen nehir şehir merkezinin başladığı yerde kuzeye doğru kıvrılıyor biraz ve şehir merkezinin kuzeyinden doğusuna doğru akmaya devam ediyor. Şehir merkezi bittikten sonra eski yoluna devam edercesine güneye kıvrılıyor tekrar. (böyle bişi)

Yukarıdaki ilk resimde görünen nehir de Bow Nehri. Resmi şehir merkezinin kuzey doğusundan güney doğu yönüne doğru bakarak çekmişler. Resimdeki nehrin sağdaki kolu aslında biraz ilerde soldaki kolla birleşiyor. Arada kalan alan park.

Fakat haritayı uydu görüntüsüne getirince de binaların gölgelerinden göreceğiniz gibi bu uzun binalardan oluşan bu bölge şehirde bir tek. Açıkcası  buraya geldikten on beş gün sonra ilk defa geçtim şehir merkezinden ve o zamana kadar gördüğüm en uzun bina üniversitede, sekiz katlı olan ve bilgisayar bölümünün bir kısmının da yer aldığı (benim de ofisimin bulunduğu) ICT binasıydı. Ama şehir merkezindeki binalar gökdelen ebatlarında. Sanırım ortalama 40 kat civarında. 

Bunun dışında yerleşim büyük bir çoğunlukla müstakil evlerden oluşuyor, ikinci resimde de görüleceği üzere. Kocaman bir bina gördüğünüz zaman - ki kocamandan kastım Armada gibi bir şey değil, ODTÜ kültür kongre boyutunda mesela - o binanın ya önemli bir iş merkezi ya okul ya da özel bir işlevi olan bir bina olduğunu hemen anlayabiliyorsunuz. Bazı yerlere apartmanlar da serpiştirilmiş durumda, şehir merkezine yaklaştıkça artıyor özellikle. Ama 4-5 kattan uzun değil bunlar da.

4 Mart 2010

Nip/Tuck (2003-2010)

Nip/Tuck'ı 2005 senesinde CNBC-E sayesinde ve "Abi Christian Troy diye bir adam varmış, uçana kaçana..." replikleri ile tanıdık. Christian'ın Kimber ve Gina ile olan ilişkileri ve çocuk mevzu dizinin ilk sezonunun ana hikayesiydi ve bu hikaye başına oturdu diziyi sonuna kadar seyreden bir çok seyirci. 

Nip/Tuck bir nevi ER benzeri doktorlu diziler ile Amerikan televizyonlarının çok sevdiği ilişki ve aile dramı temalı dizilerin karışımıydı. Dizinin üç ayağı vardı. Sean ve Christian'ın birlikte yaptıkları ameliyatlar, hastalarıyla olan ilişkileri; Sean ve eşi Julia etrafında şekillenen aile içi problemler ve yaşananlar; Christian ve Julia etrafında şekillendiğini söyleyebileceğimiz Christian'ın dur durak bilmeyen seks bağımlılığı. 

Dizinin iki ana karakteri Christian ve Sean insanın aklının alamayacağı tarzda bir ilişkiye sahiptiler. Üniversiteden yakın arkadaş, ortak ve dost olmanın ötesine geçtiler Christian'ın Julia ile üniversitede yaşadığı ilişki ve sonuçları ortaya çıkınca. 

Sean mantıklı, hayatında hep iyi insan olmuş, kimseyi incitmemek için özen göstermiş, sonunda da daha çok kendi incinmemek için özen gösterir hale gelmiş bir karakterdi. Bir nevi kendi yarattığı şeylerin kölesi olmuştu. Çok güzel bir karısı ve güzel çocukları vardı ama bunlar ona hayatta bir tatmin hissinden çok bir yetersizlik hissi vermişti hep. 

Christian ise bu profilin tam tersine hayatta hep kendi referans doğrultusuna giden, kimseyi incitmek gibi bir kaygısı asla olmayan, basit düşünen ve basit oynayan bir karakterdi. İstediği anda istediği kadınla istediği yerde sevişme yeteneğine sahip olsa da bunun çok da basit bir şey olmadığı, bir nevi lanet olduğu çeşitli kereler gözümüzün içine sokuldu.

Sean ve Christian aslında aynı insanın karakterinin iki parçası gibiydiler. Birbirlerini tamamlıyorlardı. Christian her zaman Sean'a problem çıkartıyor ama ona açıkca sevgisini belli etmekten asla çekinmiyordu. Sean ise her zaman Christian olmadan daha iyi durumda olacağını savunsa da bunun doğru olmadığını ve Christian'ın kendinde çekinik olan bazı özelliklerin dışa vurulmasını sağladığını biliyordu, asla vazgeçmedi Christian'dan.

Bir çok karakter, bir çok yan hikaye, bir çok alt metin girdiyse de diziye ana hikaye bu üç insanın hikayesiydi. Yan hikayelerin hiç biri bu hikaye kadar domine etmedi diziyi ve işin doğrusu ilgimizi de çekmedi bu hikaye kadar.

Bu anlamda dizi ilk üç sezonda adeta nefessiz takip edildi. Escobar Gallardo yan hikayesi Sean hakkında çok şey söyledi bize. Gina yan hikayesi de Christian hakkında. Ava hikayesi sadece güzeller güzeli Famke Janssen'i bize göstermedi, aynı zamanda herşeye rağmen bir arada kalmaya çalışan McNamara ailesinin dağılışını tetikledi. 

Carver hikayesi belki de dizinin insancıl özelliklerinden en uzak duran hikayeydi. Ama Carver hikayesi hem heyecan yaratmasıyla, hem de Christian ve Sean'ın yaptıkları mesleğe etik yaklaşımları üzerine söylediği şeylerle Nip/Tuck'ın en ilgi çeken hikayesi oldu. "Carver kim?" sorusu nerdeyse "JR'ı kim vurdu?" kadar heyecanla soruldu. 

İlk üç sezon bu hikayeler üzerinde yükseldi ve 3. sezon finali 5.7 milyon seyirci tarafından izlendi. Dizi FX'in tarihindeki en popüler dizi oldu. 

Dördüncü sezon bu üçlü hikaye yapısının korunduğu son sezondu. Sean ve Julia yeni doğan bebekleri ve onun sakatlığı için bir araya geldiler ve bir sezona yayılan müthiş aile draması bölümleri ile aynı tadı almamıı sağladı. Fakat Jacqueline Bisset'li ve Larry Hagman'lı Michelle yan öyküsü dizinin tepe noktayı aştığının ve düşüşe geçeceğinin ilk göstergesiyi. 

Dördüncü sezon sonunda FX diziyi bitirmedi ve McNamara-Troy Los Angeles'a taşındı. Sean ile Julia resmen ayrıldılar ve Joelyn Richarson dizinin sürekli kadrosundan resmen olmasa da çıktı. Bu şekilde açılan beşinci sezon Coleen ve Eden hikayeleri ile seyircinin ilgisini canlı tutmaya çalıştı. Bu hikayeler geçici bir ilgi topladıysa da dizinin kimyası Julia'nın kız arkadaşı ile L.A.'e gelmesine rağmen bir kere bozulmuştu artık. Dizi biraz pembe dizi formatına büründü.

WGA grevinden dolayı 2 sene süren bir beşinci sezondan sonra altıncı sezon çok başarısız olan Teddy ve Sean'ın kardeşi hikayelerine rağmen Christian-Kimber hikayesinin sonunu öğrenmek için izlendi. FX diziyi 100. bölümünde bitirmeye karar verdi ve bu güne geldik. 

Dördüncü sezonda Connor McNamara, 2026 bölümü ile bitseydi belki diziyi daha iyi hatırlayacaktık. Yine de ilk üç sezonuyla televizyon tarihinde iz bırakacak Nip/Tuck. Ve tabi ameliyat müzikleriyle...