17 Mayıs 2009

Multiverse Belası


Hepsi onun suçu aslında!

1944'de (Superman'den 6 yıl sonra) doğdu. Uçabiliyordu. Kaçabiliyordu. Herşeyi yapabiliyordu. Gençti. Liseliydi. Süper güçleri olan köpeği bile vardı.

Tek sorun vardı. Süperman'in yapamadığı şeyleri bile yapıyordu!

Ve Multiverse belası hayatımıza girdi onunla.

Onun adı Superboy. Superman'in başarısı üzerine Siegel & Shuster onu yaratmayı düşündüler. DC ilk başta bu öneriyi reddetse de Robin'in başarısı üzerine Superboy projesini Siegel 2. Dünya Savaşında askerlik yaparken Shuster'in hikayeleri ve çizimleriyle hayata geçirdi.

Anafikir genç bir okuyucunun genç bir karakter ile daha kolay özdeşleşebileceği ve Superboy'un daha çok okuyucuyu kendine çekeceğiydi.

Fakat Superboy DC evrenine ilk devamlılık problemlerini de ekledi. Superman ilk sayılarda uçamamaktaydı. Fakat onun genç versyonu olması gereken Superboy uçuyordu. Bu belki de DC evreninde tutarlılığın korunma kaygısının kaybolmaya başladığı olaydı.

DC evreninde tutarlılık konusunda esas kan kaybı Silver Age ile başladı. 40'lı yıllarda albenisini kaybeden ve yayını durdurulan süper kahramanlar Silver Age'in başlamasıyla birlikte yenilenmiş versyonları ile tekrar yayın hayatına başladılar.

Aynı sorunu Marvel da yaşıyordu fakat Marvel bu soruna basit bir çözüm bulmuştu, Silver Age karakterleriyle Golden Age karakterlerini farklı kurgulayan Marvel benzerliklerin de tesadüfi olduğunu belirtiyordu. Örnek olarak Golden Age Human Torch yanma özelliği olan bir android'ken Silver Age Human Torch Fantastik Dörtlü'nün geçirdiği kazada güçlerini kazanan bir gençti.

DC ise bu basit çözüm yerine Multiverse kavramını ortaya attı. Yani Golden Age ve Silver Age'in aslında paralel evrenler olduğunu belirttiler.



Multiverse ilk bakışta çok zekice bir kavramdı. Hem değişik jenerasyonlara hitap eden ama birbirine benzer karakterler yaratmaya imkan veriyordu. Hatta bu karakterleri birbirleriyle etkileştirmek bile mümkün oluyordu!

Marvel ilk anda bu kavrama sıcak bakmadıysa onlar da 80'lerde çıkarttıkları yeni seriler için bu kavramı kullandılar. Gelin itiraf edelim, hangimiz Wolverine ile Jane Gray'in şehvetli bir gece geçirdiğini hayal etmedik. Çizgiroman sektörü de 80'lerde tam bu şekilde sınırları zorlamayı seviyordu. Multiverse bir çok fantaziyi tutarlılık konusunda kafa yormadan hayata geçirmeyi sağlıyordu.


Tabi Multiverse her derde deva değildi. Internet'in de olmadığı bir çağda, Multiverse bir çizgi roman dünyasında süper kahramanları anlayabilmek çok zor oluyordu. Her süperkahramanın 3-4 versyonu ortaya çıkmıştı, değişik evrenler arasında geçişler filan falan iyice olayı anlaşılmaz bir hale getiriyordu. Hem de yola çıkış amacı basitlikken.

DC Crisis on Infinite Earth serisiyle bu gidişe bir dur dedi. Tüm paralel evrenlerini yok etti. New Earth evreni oluştu ve "Bundan sonra herşey burada" dediler. Zaman zaman fantaziler için eski ve yokolmuş evrenlere gidiyorlardı. Multiverse sadece özel denemeler için bir atış alanıydı, mesela Frank Miller'ın The Dark Knight Returns evreni gibi.

Marvel kendini daha rahat hissetti her zaman Multiverse kavamıyla. Özellikle çok başarılı olan Ultimate serisi Marvel'ı bu alanda daha rahat ilerleyebileceğine ikna etti.

Multiverse kanıksandı insanlar tarafından ve çizgi roman külliyatında ayrılmaz bir kavram oldu.


Ama bunun çizgi roman dünyasından çıkıp da Star Trek evrenine girmesini hiç mi hiç beklemiyorduk.

Star Trek filminin hikayesinin ayrıntıları sır gibi gizleniyordu. Leonard Nimoy'un kadroda olduğunu öğrendiğimizden beri bir zaman yolculuğu olacağını biliyorduk. Alışıktı zaten Star Trek evreni uzay yolculuklarına, tarihin akışının değişmesine. Vice Admiral Kathyn Janeway ve Gabriel Bell belki de en çok hatırlanan örneklerdi.




Ve tabi ki Mirror Universe. Tabi Mirror Universe çok özel bir Multiverse'idi. Herşey basitçe tersine çevrilmişti.

Star Trek evreninde tüm zaman yolculuğu bölümlerinin, tüm paralel evrenlerin, herşeyin tek ortak paydası zamanda yapılacak herhangi bir değişikliğin ekranda gösterilen hiç bir şeyi çöpe atamayacağıydı. Zaman yolculuğu bölümleri genelde iki alternatif gelecekten birinin seçilmesi, ya da zaman çizgisinin aynı kalması ile sonuçlanıyordu.

Abrams ise tüm zaman çizgisini çöpe attı. Sinemadan çıktığımda filmin güzel mi çirkin mi olduğundan çok bunu düşünüyordum. 30 sezon süren diziler, 10 film ve bir o kadar da cannon ve non-cannon kitap, oyun vs. sanki hiç olmamıştı. Nero'nun dediği gibi, "Kaptan Kirk büyük bir adam sayılırdı, USS Enterprise'ın kaptanı olmuştu... Fakat bu başka bir hayattı."

Herşey başka bir hayattı artık.

Bir hafta geçti, hala karar veremedim. İyi mi oldu, kötü mü oldu. Sanırım hayal kırıklığımın en önemli sebebi derya deniz bir külliyatın artık üzerinde çok konuşulmayacak bir evrende kalması ve yeni evrenimizde elimizde sadece bir film olması.

Tabi bu Abrams ve Star Trek board (filmin yapımında tüm önemli kararları alan, Abrams, yazarlar ve yapımcılardan oluşan bir grup) için daha çok altın bir fırsat. DC'nin yaptığı gibi tüm continuity baggage'ı bir airlock'dan dışarı attılar.

Herşey olabilir artık.

Spock, Uhura ile Pon farr denemeleri yapıyorsa cidden herşey olabilir.

2011'de Star Trek'in 12. filmi vizyona girecek. Star Trek açılış haftasonunda yaptığı temiz 100 Milyon dolar ile, eleştirimenlerden ve izleyicilerden aldığı sağlam övgülerle açık ara yapılmış en başarılı Star Trek filmi oldu.

Tabi iyi sci-fi bekliyorduk, alabildik mi kesinlikle hayır. Külliyata ufaktan bir saygı duruşu bekliyorduk onu aldık ( Amiral Archer'ın köpeği, Kobayashi Maru, "I'm a doctor, not a physicist" repliği vs.) Aksiyon bekliyorduk (istekli olduğumuzdan değil, aksiyon sattığı için ve Star Trek evrenine bir ruh getireceği için) alabildik mi, fazlasıyla.

Sanırım itiraf etmek lazım... Star Trek Nemesis ile, Rick Berman'ın yavanlaşan vizyonu ile, tepetaklak gidiyordu ve ihtiyacı olan şeyi aldı.

Yine de...

... Vulcan yok olmasaydı olmaz mıydı?