18 Haziran 2011

Iron Maiden


Gidelim, hazırlanalım, görelim, ağlayalım....

19 Haziran 2011 
Iron Maiden

4 Haziran 2011

Scream For Me İstanbul!

1998 yazıydı. Üniversite birinci sınıfta okuyan genç bir adam yazın can sıkıntısıyla boğuşuyordu. Kısa bir tatile gidip gelmişti. Arada sinemaya gidiyordu. Kendi kendine briç oynuyordu. Dünya kupası yeni bitmişti. Emannuelle Petit nasıl çaktı, Zidane da ne adam diye düşünüyordu arada.

Bir gün akşam evde televizyon başında otururken Yapı Kredi Sanat Festivali adında bir organizasyona ait bir reklam gördü. Festivale katılacaklar arasında ağır sayılabilecek bir skaladan gruplar sayılıyordu. En son da "...ve Iron Maiden" ifadesiyle bir heavy metal grubunu festivalin ana grubu olarak ilan ediyordu.

Metal müzik denilince aklına ortaokulda sorulan "asitçi misin, metalci mi?" sorusu ve hazırlıkta servisteki abilerin verdiği kasetlerden gelen tenekeye vuruluyormuş gibi bangır bangır müzik geliyordu. Servis şöförü abilerin kasetlerini çalmamaya başlayınca abiler de kendileri pilli teyp getirip kendi müziklerini çalmaya başlamışlardı. Servis şöförü buna bangır bangır Ahmet Kaya çalarak karşılık vermişti "özgün müziğin" altın çağı o günlerde.

Ablası abisi olmadığından müzik zevki kendi kazıyıp bulup gördüklerinden oluşuyordu. Lisede her yeni yetme gibi Metallica'ya bulaşmıştı biraz. "Abi Metallica'da piyasa oldu" diyen ağır metalci geçinen gençlerin Load kaseti üzerinde tepinmelerine şahit olmuştu.

Üniversitede ise yine Metallica'dan başlayarak rock ve metal müziğe yol almıştı. Metallica'nın yaptığı müziğin de tipinden çok kalitesi onu kendinden geçirmişti. Black Albüm ve And Justice For All... üniversite birinci sınıfta AIWA walkman'inde dönüp durmuştu. Dinledikçe bu tip müziği sevmiş, liseden ve üniversiteden arkadaşlarından da yeni şeyler öğrenmişti. Doors vardı, hem eğlenceli hem depresif şarkılar yapan. Deep Purple vardı, solisti iyi bağırıyordu. Artık o da "Bon Jovi de piyasa abi" diyebiliyordu bir aidiyet duygusuyla.

Iron Maiden hakkında ise bildiği hiç bir şey yoktu. Bir tek hayal meyal lise de bu işlerden anlayan bir arkadaşının elinde canavarlı yaratıklı bir kaset kapağı hatırlıyordu.


Belki çok da fazla ilgisini çekmeyecekti bu yaratıklı, ucubeli grup. Ama yine Internet dünyasının bir cilvesi farklı şeyler çıkarttı karşısına. O zamanlar Internet denilen şey web 1.0 bile değildi. Pirc, icq ve mailden ibaret sanal sosyal çevre içerisinde belki de en güzel sosyal bağı okuduğu anadolu lisesinin mailing listinde kurmuştu. Ve konser reklamını gördükten sonra bu mailing list'de de bu konunun hararetle konuşulmaya başlanması ilgisini iyice bu yöne kaydırdı.

Mailing list'de çok miktarda 30'lu yaşlarının ortasında, lise mezuniyetleri üzerinden nerdeyse 20 yıl geçmiş abi mevcuttu. Ve herkes konseri büyük bir heyecanla karşılamıştı. Türkiye 98 yılına Ahmet San organizasyon ile gelen Michael Jackson ve Madonna gibi konserler yaşamıştı. 93 Metallica konserini anlata anlata bitiremeyen arkadaşlarına amma çok özenmişti. Yine de her gün ünlü bir grup gelmiyordu bugün olduğu gibi.

Abilerin bir kısmı "Ama eski Iron Maiden değil ki ya" diyorlardı. Bir kısmı "Ben son kasetlerini aldım, güzel hala" diyordu. Solistin değiştiğinden söz ediliyordu. Ama en vurucu mail bir süre sonra geldi.

Abilerin biri Sadık isminde yakın bir arkadaşıyla lisede kurdukları grubu anlatmıştı mailde özetle. "İkimizde rock ve metal müzik çok seviyorduk" diye başlamıştı. Arkadaşı bir gün buna bir kaset dinletmişti. Solistin sesi dışında çok beğenmişti müziği. Kim olduklarını sorduğunda "Iron Maiden.. Kaset de Seventh Son of a Seventh Son" cevabını almıştı. Bir süre dinledikten sonra dinlemek onlara yetmemeye başlamıştı ve bir grup kurmuşlardı. Kendisi Iron Maiden'ın esas adamı gibi bas gitarı almıştı, arkadaşı da gitarı. Lise boyunca kendi çaplarında çalıp söylemişlerdi. Üniversitede de bir miktar devam etmişlerdi. Ama zamanlar, olaylar ve hayat insanları başka yerlere götürmüştü ve birlikte çalmayı bırakmışlardı. Abi yaklaşık şu kelimelerle devam ediyordu:
Sekiz on yıl geçti herhalde çalmayı bırakalı. Iron Maiden'ın geldiğini de anca bu mailing list'den öğrendim. Birden eski günlere gittim. Sadık beş senedir yok. Kan kanserine yenildi. Hayatta olsaydı kesin aradı gidelim abi derdi. Şimdi biraz buruk hissetsem de gideceğim tek başıma da olsa. Gençken onunla birlikte kurduğumuz hayalleri yerinde yaşayacağım.
Hayat ve ölüm bu derece iç içe giremezdi herhalde. Bu satırları okuduktan sonra Iron Maiden aklının bir ucunda hep yer aldı, asla çıkmadı.

Eylül geldi, konserler oldu. Hayatında İstanbul'a konsere gitmek diye bir şey yoktu. 10 milyon liralık biletleri nasıl alırdı o da ayrı bir konuydu. Mailing list'den takip etti anca konserleri. Abilerin çocuklar gibi şen konser anılarını okudu, imrendi. Konserden sonra otelin asansöründe grup elemanları ile karşılaşan ve sohbet eden abinin yazdıkları hele masal gibiydi. Herkes grubun esas adamı basçının Türk milli takım formasıyla konsere çıkışını konuşuyordu. Grup üyelerinin alçakgönüllülüklerinden, şirinliklerinden ve mütevaziliklerinden bahsediyordu herkes.

Konser olup bitmişti, yapılacak tek şey Iron Maiden dinleemeye başlamaktı. Gidip hep kaset aldığı kitapçıdan ilk Iron Maiden kasetini aldı: "The Best of the Beast"


Karşısına çıkan müzik onu çok şaşırtmıştı. Gürültü patırtıdan eser yoktu müzikte. Metallica müziği gibi ince işlere giren bir müzik de değildi. Son derece enstrümantal, tekrar eden akılda kalıcı ritmler, akıcı ve basit geçişler ve coşku üzerine kurulan bir müzikti. Belki tek eksiği mailing list'de de abilerin yazdığı gibi solistin ince sesiydi. Solistin sesinin güzelliğiyle değil de gücüyle işi götürdüğünü ilk andan sezmişti. Kısa süre sonra mailing list'deki abilerle aynı fikire ulaşacaktı: "Bruce Dickinson üzerine bir metal vokali az bulunurdu." The Trooper ile yaşadığı hissiyat hele daha önce yaşamadığı bir şeydi. "Bu şarkıyı hep içimde bir yerlerde biliyordum ben" diye düşünmüştü ilk duyduğu andan itibaren.

Eylül ile okul açıldı. Yazın ne yaptın sorusuna herkese bu hikayeyi anlatmaya başlamıştı. Kimi kafa sallayıp pek ilgilenmiyordu. Okulda biri ise çıkıp "Trooper'ı Çanakkale Savaşları için yazmışlar abi biliyon mu" dedi. O andan itibaren Iron Maiden'ın herşeyini merak etmeye başladı.

Internet'in derya deniz olmadığı bir çağda, co.uk altında yer alan Iron Maiden resmi sitesini hatim etmeye başladı. Bir yandan da Iron Maiden kasetleri toplamaya başlamıştı. Son albümü almak farzdır diye Virtual XI edindi. Biraz biraz grubun yapısını da kavramaya başlamıştı. Bascı Steve Harris grubun beyni ve patronuydu. İnce sesli vokal Bruce Dickinson ayrılmıştı gruptan. Bruce'u zaten Blue Jean dergilerinden de tanıyordu az ve biraz, solo albüm yaptığın hatırlıyordu. Blaze Bayley diye bir vokal almışlardı, İstanbul konserlerinde söyleyen de oydu. Dave Murray, Janick Gers, Nicko McBrain, hepsini zamanla tanıdı. Eddie maskotunun ne anlatmak istediğine de zamanla kendince açıklamalar getirdi. Yeni işlerini de beğenmişti. "Up the Irons!" ne güzel bir slogandı.

Dinlemeye devam etti. A Real Live One, A Real Dead One, Seventh Son of a Seventh Son, Number of the Beast, Piece of Mind, Fear of the Dark derken grubun albümlerinin çoğunu toplamıştı nerdeyse. Müzik beğenisi üniversite ortamında değişiyor gelişiyordu ama Iron Maiden herşeyin kalbinde kalmaya devam etmişti. Metal müzikten hiç hoşlanmayan sevgilisi Iron Maiden dinlettiğinde "Hmmm... valla Metallica'dan filan güzelmiş bu ya" dediğinde dünyalar onun olmuştu sanki.

İlk parasını kazanmaya başladığı zaman ilk aldığı şeylerden biri de yeni Iron Maiden CD'siydi. Çıktığından ettiğinden haberi olmamıştı. Müzikmarkette rafta görünce şaşırdı Brave New World'ü. Eve gelip içini açtığından şaşkınlık coşku ve heyecana dönüştü çünkü Bruce geri gelmişti gruba. Hem de eski gitarist Adrian Smith ile birlikte.



Iron Maiden dinlediği 2-3 yıldır hep Iron Maiden'a geçmişten gelen bir grup olarak bakmıştı, ne kadar yeni işlerini beğense de. Bir anda bunun değiştiğini, yeni bir devrin başladığını hissetti. Dört gitarlı bir grubun neler yapabileceği, nasıl muhteşem olacağı şarkıların bunları düşünmeye başladı ve ilk o zamanlar onları sahnede görmek için yanıp tutuşmaya başladı. Onun hissiyatını aynı kelimelerle başkaları da dile getiriyordu: Bruce'u görmeden ölmeyelim!

İşveç'de, İtalya'da, Yunanistan'da Iron Maiden konserleri kovaladı bir süre. Ya parası olmuyordu, ya zamanı ya da cesareti çok fazla. Iron Maiden'ın tüm işlerini topladı bu arada file sharing çağının altın günlerinde. Üç albüm daha yaptı Iron Maiden, çıktığı gün aldı hepsini. Her seferinde "Güzel be abi" diye içinde bir şeyler kıpır kıpır etti, ağzında hoş bir tat kaldı. Artık nerdeyse tüm şarkıları ezberlemiş, tüm albümler defalarca dinlemiş, grup elemanlarının hepsinin hayat hikayelerini ezberlemişti.

Bir kere çok yaklaştı canlı izlemeye. Kanada'da yaşadığı altı ayın sonuna doğru Iron Maiden'ın yaşadığı şehre geldiğini öğrendi. Ama uçak bileti konserden on gün önceydi. Açıklanan avrupa ayağı da çok kısaydı turun. Bir gün bir umut diyordu.

Ve bir gün yıllardır beklediği haber geldi. Bir sene önce Big Four'u aynı sahneye çıkartacak kadar abartan ama kaçırdığı Sonisphere'in bu seneki headliner'ı Iron Maiden olacaktı. Yani Bruce'u görmeden ölmeyecekti.

Hayatta planlar vardır, hayaller vardır, istekler vardır. Bir de bir gün geleceğini bildiğiniz ama yine de sizi şaşırtan havalara uçurtan günler vardır. Bu da onlardan biriydi. İlk gün biletini aldı. Bir Iron Maiden t-shirt'ü siparişi verdi. Ne güzel arkadaşları vardı ki onlar da doğumgününde bir tane hediye ettiler. Ve ona beklemek kaldı...

... Bir de Bruce bağırdığı zaman cevap vermek:

- Scream for me İstanbul!
- Iroooooooon Maideeeeeeeeen!


19 Haziran 2011
Iron Maiden
Sonisphere İstanbul

Setlist:

1. Satellite 15 ... The Final Frontier (The Final Frontier)
2. El Dorado (The Final Frontier)
3. 2 Minutes to Midnight (Powerslave)
4. The Talisman (The Final Frontier)
5. Coming Home (The Final Frontier)
6. Dance of Death (Dance of Death)
7. The Trooper (Piece of Mind)
8. The Wicker Man (Brave New World)
9. Blood Brothers (Brave New World)
10. When the Wild Wind Blows (The Final Frontier)
11. The Evil That Man Do (Seventh Son of a Seventh Son)
12. Fear of the Dark (Fear of the Dark)
13. Iron Maiden (Iron Maiden)

Encore:

1. The Number of the Beast (The Number of the Beast)
2. Hallowed Be Thy Name (The Number of the Beast)
3. Running Free (Iron Maiden)

2 Haziran 2011

Kuzey Aşk - Güney Aşk

Ne uzaktır
hayatın içinde her gün adını duyduğun bir diyar
ve bu diyardaki insanların kalpleri.
Sen uzaklığın her şeyi daha gerçek yaptığı
ve her an her şeyin olduğu bir çağsın.
Sen, sen olamamışsın,
bu çağ da olamamışsın.

Sevmişsin mesela.
Duvarlar titremiş kimi zaman yokluğunda.
Bazen eve gelip ağlamışsın, onu bir an gördün diye.
Yine de ne uzak aslında kuzeydeki gözyaşları,
güneydeki vakur duruşa kıyasla.

Kolaylarla geçmiş hayatın ya,
elini kaldırdığında bir kırmızılığın içine dalmış.
Şimdi ne bu böyle diye haykırmışsın bir gece önce.
Ama suskunluğun ebedi sanki,
alışık olmadığın bir mutlulukla birlikte çok.

Aşk her zaman böler bir şeyleri.
Seni, onu, zamanları, gündüz olman gereken yerleri,
bir daha görmeyi beklediğin insanları, umutlarını,
bedeninin tanımayı beklediklerini.
Aşk böldüğü sürece sen de terkedersin yarısını hayatın
öbür yarısında bulmak için bütünün diğer yarını.

Sonunda ne olacak bizim hikayemizde biliyor musun.
İnce bir gece gelecek ve kaçacak yerimiz olmayacak.
Şiire bu kadar hevesli olmayacağım ben, sen de gülmeye.
Bir anda herşeyden daha doğal gelecek sarılmak.
Bölünenlerden çok bir olanlara bakacağız işte.
Hikayeler yaşanara çoğalacak.

Aşk bölük ama o zamana kadar.
Kuzey ve güney gibi;
sebepsiz ve zamanın başından beri gelmiş geçmiş gibi.
Aptal bir gülümseme, yaşamadığımız bir mutluluk yüzlerde.
Sen benim ne düşündüğümü merak edersin,
ben senin gülerken ne dediğini.

Kuzey aşk'dan güney aşka bir ulak giderken...