23 Kasım 2009

Ankara Calgary 1

Bloga yazacağım bir sonraki yazı güya sinema beğenisi üzerine olacaktı. Hande tembih etmişti Calgary izlenimlerini gidince hemen, gerekirse fotoraflarla yazmaya başlamamı. Kaderin cilvesi öyle de oldu. Bu yazı gelişmişlik ölçütünün insanların olağandışı durumlarda yaşadıkları olduğuna dairdir.

Bilmeyenler için herşey bir seneliğine Calgary'e gitmek için bir fırsat çıkmasıyla başladı. Olayın bilimsel, teknik, duygusal yönlerini bilahare yazarım. Ama bu kadarıyla bile bir seneliğine okyanusun ötesine taşınmak bir olaydı.

Calgary'e uçak bileti aramaya başlamam Eylül ortalarına denk gelir. İlk darbe tek yön bilet almanın nerdeyse imkansız olduğunu öğrenmemle geldi.

Aynı zamanlarda vize başvurumla ilgili elçilikten arandım ve vize vermek için beni uygun gördüklerini ama çalışma izni almam için bana gönderilen davetin yeterli olmadığını öğrendim.

İkinci darbe de Calgary'e normalde verilen bağlantının Chicago üzerinden olduğunu öğrenmemle geldi. Amerika bir iki senedir transit yolculardan da vize istiyor ve zaten Kanada vizesi işinin belirsizliğe girdiği bir durumda Amerika vizesi almama bağlı olan bir uçak biletini almak istemedim.

Bunun üzerine ben de bu hikayedeki en büyük hatam olan hareketi yaptım ve "Ya Türk Hava Yolları Toronto'ya gitmeye başladı, bari Toronto üzerinden gideyim" diyerek Toronto-Calgary bileti bakmaya başladım. $99 CAD'a bir Toronto-Calgary bileti bulmam ve bu biletin aynı gece biten bir indirimin eseri olduğunu anlamamla birden işler hız kazandı.

$99 CAD'lı Toronto-Calgary bileti'ni en kötü sadece $100 CAD'ımın yanacağını düşünerek satın aldım ve THY'den de bir Ankara-İstanbul-Toronto bileti ayırttırdım. Toronto-Calgary biletini Internet'ten kendim aldığımdan biletler bağlantısız oluyordu. Bu beni biraz - belli ki yeterince değil - korkuttu ve Toronto-Calgary biletini Ankara-İstanbul-Toronto biletinden bir gün sonraya aldım.

Bir gece Toronto'da kalmak zor gibiydi ilk başta. En ucuz görünen ve havaalanına yakın otelde $70 CAD'a yer buldum. Her şey iyi gidiyordu. $200 CAD civarı bir paraya seyahatin Kanada kısmını karşılayacaktım.

Bu noktada aslında ikinci hatamı yaptım. Artık tek yön bilet bakmıyordum, gidiş dönüş bileti almaya karar vermiştim. Öyle olunca başka seçeneklerim de olabilirdi, transit vize istemeyen bir Avrupa ülkesinden Air France ile direk Calgary'e uçmak gibi. Ama nedense Toronto biletine kitlendim biraz. Sanırım hem WestJet'in ucuz bileti cazip geliyordu hem de yabancı ülkede ne şekilde olsun aktarma yapmak istemiyordum.

Vize probleminin çözülmesi neredeyse bir ayımı aldı. Elçilik çok yardımcı olmaya çalıştı, genelde elçiliklerle yaşadığım tecrübelerin tersine. Calgary'deki hocam Reda hoca 2. bir davet mektubu yazdı, daha sonra 3. bir davet mektubu yazdı ve en sonunda vizem ve çalışma iznimi aldığıma dair bir belge elime ulaştı.

Ayırtığım biletler vizemin elime ulaşmasından 6 gün sonrayaydı ve ben bir iki haftadır çalışma iznindeki belirsizlikten dolayı hazırlanmayı bırakmıştım. Ne yapabileceğimi düşündüm ve 15 günden biraz fazla bir hazırlanma süresi tanıyı kendime 21 Kasım'ı gitme tarihi olarak belirledim.

Ankara-İstanbul-Toronto biletinin fiyatı ilk ayırttığım bilete göre bir 50 € kadar artmıştı. Çok problem değildi tabi. WestJet'in indirimi bitmişti ve $179 CAD'a çıkmıştı Toronto-Calgary ama o da çok dert değildi. $70'lı otele rezervasyon yapmak için bakarken otelin aslında dandik bir otel olduğunu anladım. Yakın bir fiyata havalanına beleş servis yapan Hilton otelini görünce dedim ki şanslıyım.

Plan güzeldi Ankara'dan 9'da uçağa binip 10'da İstanbul'a inecektim. 11:30 da İstanbul'dan kalkıp 16:00 da Toronto'ya inecektim. Gümrük işlerimi halledip otelin servisiyle otele gidip güzel bir uyku çekecek, sabah bir kahvaltı edecek ve saat 11:30 da tekrar uçağa binip oğlen 1 gibi Calgary'e gelecektim.

2 hafta boyunca hazırlandım. Taşınma psikolojisi çok tuhaf bir şeymiş. Bir yandan sevdigim insanlar durmadan "Gitmeee" diyorlar. Bir yandan yapılacak yüzlerce iş var. Yok bavulun boyutu mu önemlidir ağırlığı mı, yok telefon nerden kapatılır, yok havalanına nası gideceğim derken geldi çattı 21 Kasım.

Sabah 7:00'de 2 tane kocaman bavulum, her ihtimale karşı bavullarda problem olur diye bir tane boş küçük bavul, amcam, yengem, Emin abi ve ben çıktık evden ve havalanına doğru yola çıktık. Yolda yer yer sis vardı ama hava genelde güzeldi. O anda aklımdan bile geçirmedim sisin nasıl bana hayatı zindan edeceğini.

7:40 gibi havaalanına vardık. Amcam ve Emin abi arabayı park ederken yengemle birlikte bavulları sürükleyerek check-in sırasına girdik. O anki en büyük korkum bavuların ağır ya da büyük olduğunu söyleyip para istemeleri ya da uçağa almayız demeleriydi. Görevli bavulların etiketlerini yapıştırıp gönderdiği zaman rahat bir nefes aldım. Görevliye sordum "Toronto'da alacağım bavullar değil mi?" Aldığım cevap yaşayacaklarımı özetliyordu, "Gidebilirseniz alırsınız tabi."

İlk kötü belirti uçuş numarasının değişmesiydi. Anlayamadım önce. Zaten İstanbul'da anca dış hatlara geçip pasaporttan geçecek kadar vaktim vardı. Beni daha sonraki bir uçuşa vermiş olmaları bu açıdan imkansızdı. Bir önceki uçuşa vermeleri de anlamsızdı. Bu şekilde kavrayamamış bir halde vedalaştım amcamlarla ve yolcu bölgesine geçtim. Bir şeylerin ters gittiğini kavramıştık, amcamlar da bekleyeceklerini söylediler.

Yolcu bölgesine girip de gate'e gittiğimde sürpriz ile karşılaştım: Pist sisten görünmüyordu bile.

Hiç yorum yok: